24 Eylül 2009 Perşembe
Suyumuza Sahip Çıkalım
Düşünsenize ülkemizin doğasını korumakla görevli olan Çevre ve Orman Bakanlığımız yüzlerce deremizin üzerine kurduğu barajla, verimli vadilerimizi sular altında bırakıyor bu yetmiyor birde derelerimizn suyunu satıyor. Şu an ülkemizin tüm derelerinin kullanım hakkının özel sektöre ait olduğunu biliyor musunuz? Özel sektör de istediği kullanıp dağımızı, ormanımızı, çiçeğimizi,sebzemizi,meyvemizi,suyumuzu dolayısyla da bizi yok ediyor maalesef.
Hangi birinden bahsedelim, Atlas'da yazdığına göre Karadeniz'de durum çok kötüymüş, müthiş bir katliam devam etmekteymiş ama ne bir yerde yazıyor ne de bu konuda tek kelime eden var. Bir tek Allionai ve Hasankeyf' den bahsediliyor. Onlar dışında Munzur vadisi, Fırtına deresi, İkizdere, Fındıklı deresi,Sultansazlığı,Gediz.... hepsini yok etmek için yürütülen çalışmalar devam ediyor. Eğer bu katliama seyirci kalırsak, tüm güzelliklerimizle beraber bizlerde mahvoluruz.
Bir çok vakıf, dernek ve oralarda yaşayan insanlar bu katliamla yıllardır mücadele ediyor. Bu mücadelede onlara bir şekilde destek vermek ve gelecek nesillere karşı sorumlu olduğumuzu unutmamak gerekir.
İlgili linkler;
http://www.derelerinkardesligi.com/
http://www.findiklidereleri.com/
http://www.vadimedokunmayin.com/
http://www.papartdereleri.com/
4 Haziran 2009 Perşembe
Kantoron Yağı
Bahar geçti ve en sonunda yaz geldi. Bu arada bahar bitmeden biz de küçük bir Assos gezisi yaptık. 3 günlük bir geziydi ama çok çok iyi geldi bize. Gezimizle ilgili de bir yazı yazdım aslında ama fotoğrafları düzenleyemedim henüz, en yakın zamanda yayınlayacağım.
Bol bol gezdik. Şimdilerde büyükşehirlerde yaşayan insanların yerleştikleri çok hoş köyleri var. Küçükkuyu ya bağlı olan bir köyde de, çeşitli otlar, zeytin, zeytinyağı ve ilgimizi cezbeden "kantoron yağı " gibi bir çok doğal ürün satan yaşlı bir teyzeyle karşılaştık. İlgimizi çekmesinin sebebi, eşimin gezimizden bir süre önce geçirdiği küçük bir kaza sonucu dizinde oluşan yaraydı. Kantoron yağının yaraların iyileşmesine yardımcı olduğunu o teyze sayesinde öğrendik, teyze çok ısrar etti almamız için ama eşimin yarası iyileşme aşamasındaydı ve baya ilaç kullanmıştı o nedenle almadık. Fakat sonra almadığımız için pişman olduk. Eğer bir daha gidersek mutlaka alacağız. O kadar güzel yerler var ki hiç dönmek istemedik doğrusu. Gezi ile ilgili yazımda herşeyi ayrıntılı olarak anlatacağım.
19 Nisan 2009 Pazar
Bahar Geldi....
1 Nisan 2009 Çarşamba
Doğal Temizlik
Eskiden temizlik için arap sabunu, karbonat, doğal bitki yağlarından elde edilen sabunlar, sirke, kül vs gibi doğal temizlik maddeleri kullanılırmış. Bu maddeleri kullanırken ovmak, fırçalamak yani emek ve zaman harcamak gerekiyormuş. Oysa marketten alıp, makineye koyup, düğmeye basmak çok kolay, değil mi? O kadar vaktimiz yok ki bizim.
Geçen gün tesadüfen bir yerde okudum, meğer kolaylıkla hazırlanabilecek bir sürü doğal malzeme varmış. Çamaşır sodası, boraks ( Su, oksijen, sodyum ve bordan meydana gelen, antiseptik,anfifungal, antibiyotik, koku giderici ve dezenfektan özellikleri olan doğal kaynaklı bir mineral), karbonat, sirke, doğal bitkisel yağlar ve bunlardan elde edilen sabunlar vb. maddeler kullanarak birçok ürün elde edilebiliyor. Birkaç tane örnek vermek gerekirse:
* Eviniz güzel koksun istiyorsanız; Püskürtücü bir şişe içerisine 500 ml sıcak su, yarım çay kaşığı karbonat, 1 çay kaşığı limon suyu ve koku vermesi için 2-3 damla doğal bitkisel yağ (gül yağı, lavanta yağı vb aktarlardan bulabilirsiniz) ekleyerek mis gibi kokan bir ev kokusu elde edebilirsiniz.
* Buzdolabı kokuları için; bir kutu karbonatı buzdolabınızda bulundurmanız yeterli. Ayda birkez de dolabınızı boşaltıp, 1 fincan karbonat ve yeterince arap sabununu 4 lt sıcak su ile karıştırıp güzelce silin, durulama suyuna da yarım bardak sirke ilave edin.
* Halılarınız için; (bu çok sıklıkla büyüklerimden duyduğum bir yöntemdir ama maalesef artık hiçbirisi kullanmıyor). Yeteri kadar arap sabununu sıcak suda köpürtüp halınızı uygun bir bezle sildikten sonra sirkeli su ile nemlendirdiğiniz bir bezle halının tüylerinin yattığı yönde, zorlamadan silin.
* Duvarlarınız için; 2 kaşık mısır nişastası ile yarım bardak sirkeyi 4 lt suda karıştırın. Süngerle uygulayıp, yumuşak bir bezle kurulayabilirsiniz.
* Cam ve aynalarınız için; 2 ml bitkisel kaynaklı sıvı sabun veya yeterince arap sabunu, büyükçe bir fincan sirke ve 500 ml sıcak suyu karıştırıp elde edeceğiniz karışımı pamuklu bir bezle uygulayarak cam ve aynalarınızı pırıl pırıl yapabilirsiniz.
Çamaşırlar, bulaşıklar, mobilya, banyo, mutfak ve kişisel temizlik için kullanılabilecek birçok doğal temizlik maddesi var. Sadece geleceğimiz için biraz zaman ve emek harcamak gerekiyor !!!
19 Mart 2009 Perşembe
Uykusuzluk
Bende zaman zaman uykusuzluk problemi yaşıyorum ama en sonunda bir çözüm buldum. Benim işime yaradı doğrusu.
- Bir fincan kaynamış su içerisine bir tutam papatya atılır, 3-4 dk demlenir. Yatmadan 1- 1,5 saat önce içilir.
17 Mart 2009 Salı
İşsizlik
Toplumsal ve ahlaki değerlerimizin yozlaşmasının, kutuplaşmaların, suç oranının artmasının, niteliklerinin de akıl almaz boyutlara ulaşmasının en büyük nedenlerinden biridir ekonomik sıkıntı. İş ve işçi bulma kurumu kuyrukları, itfaiyeci kuyruğu, maden işçiliği kuyruğu.... sıralandık bir dünya işsiz ordusu ard arda. Düşünmeyi sevmeyen milletim ekmek kavgasında, eli böğründe koştura dursun, ülke elden gidiyor haberi bile yok. Üç beş sadakaya kanıp, allah devletimize zeval vermesin deyip yaşamaya çalışıyor. Tarihte de yaşasın padişahımız deyip, su taşımış saraya, vakit çok geç olunca gelmiş aklı başına ama tam gelmiş ola ki şimdi bu topraklarda hala yaşıyoruz. Şu anda da aynı durumdayız, tarihte yaşananlardan hiçbir farkı yok. Bakalım ne zaman uyanacağız, tarihte olduğu gibi bu halkı uyandıracak birileri çıkabilecek mi?
Zor tabi böyle bir ihtimal. Dünya çok farklı bir dönemde farklı bir zaman yaşıyor. Korkarım birileri geleceğimizle ilgili hain planlar peşinde. Umarım kazılan kuyulara kuyuları kazanlar düşer.
6 Mart 2009 Cuma
Su
Mart ayı geldi çattı. Bakalım kazma kürek yaktıracak mı bu sene. Umarım kar yağar da bütün mikroplar şöyle bir temizlenir. Evet mart ayı, dert ayı, kimin için? Bu ay Türkiye için çok önemli biliyorsunuz, nedeeen? yerel seçimler var ya, aylardır tek mevzumuz olan. Seçimleri kazanmak uğruna yapılanlara bakınca, gülsek mi ağlasak mı? Seçim kavgaları süre dursun, mart ayında yurdumuzun müstesna şehri İstanbul da iki önemli toplantı olacak. 5. Dünya Su Forumu (5.DSF) ve Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu (STHP)İstanbul da gerçekleşecek bir dizi etkinlik yapacaklar. STHP 15-22 Mart tarihleri arasında atölye, panel ve miting çağrısıyla 5. Dünya Su Forumunun amaçlarını kamuoyuna tanıtacak. 5.DSF ise 16-22 Mart tarihleri arasında Türk hükümeti ve dünya su konseyi tarafından düzenlenen, bir çok ülkeden siyasetçi ve de uzmanların katılacağı bir toplantı olacak. DSF nin gündeminde sularımızın ticarileşmesi, özelleştirilmesi ele alınacak, daha refah bir dünya için!!! Yani bu ne demek, ülkemizdeki su kaynakları satışa sunulacak. Hani şu kenarında soluklandığımız, bizim dediğimiz, bazen dertleştiğimiz nehirlerimiz, göllerimiz, hatta yer altı su kaynakları var ya onları. Düşünsenize, Fırat'ın, Dicle'nin, Asi'nin birilerinin malı olduğunu?? Ben düşünemiyorum, böyle bir çılgınlığı, kötülüğü hangi kendini bilmezler yapacak bu vatana. Sahip olduğumuz zenginlikleri doğru bir şekilde kullanıp, onlara zarar vermeden en üst düzeyde fayda sağlamak varken neden başkalarına satalım. Ne olacak o zaman ? parası olmayan suya ulaşamayacak. Düşünebiliyormusunuz, korkunç birşey bu. İşte STHP bu forumun amaçlarını halka duyurmayı ve birlik olup bu planların önüne geçebilmeyi amaçlıyor. Düzenleyecekleri etkinliklere katılarak daha fazla bilgi edinebilir ve bu planlara nasıl karşı durabiliriz onu öğrenebiliriz.
24 Şubat 2009 Salı
"Tohumlara Sadakat"
Tohum, bana her zaman bereketi, paylaşımı ve umudu çağrıştırmıştır. Yüzyıllardır da Anadolu topraklarında, çiftçilerimiz “ kurda, kuşa, aşa” diyerek savurmuşlar tohumlarını toprağa ve tohumlar öyle bir döngüde hayat bulup, büyümüşler ki, kimsenin aklına gelmezmiş birgün tükenecekleri. Maalesef ki artık tohumlar tükenmeye başladı. Ülkemizde yüzyıllardır yeşeren bu tohumların yerini “hibrit” yani melez denen tohumlar almaya başladı ve bu tohumlar kendilerini yenileyemiyor, yani kısırlar, her sene yenilenmeleri gerekiyor. Ayrıca bunlarla yapılan üretim, tarımda kimyasalların kullanımını da gerekli kılıyormuş. Ülkemiz toprakları, çok geniş bir tarımsal biyoçeşitliliğe sahip bildiğiniz gibi ama biz en önemli ürünlerin tohumlarını bile ithal ediyormuşuz artık. Bir kaç örnek vermek gerekirse, buğday, mısır, pirinç,nohut, fasulye, ayçiçeği, patates gibi ülkemizde bol miktarda yetişen bu ürünlerin tohumlarını bile ithal ediyor olmamız ne yazık!!. Tabi ki bir çok sebepleri var bunun, çiftçilik yaşamının değişen koşulları, pazar talepleri, kalite standartları, tüketiciye ulaşmadaki zorluklar, üretim hacimleri,uluslararası ve ulusal politkalar vs. Fakat herşey bir yana bu durum ciddi bir sonun başlangıcı bence.
Atlas dergisinde, eskiden çiftçilerimizin yetiştirdiği sebze ve meyvelerden bir sonraki yıl için özenle tohumlukları ayırdıklari, nefes alan bez torbalara koyup, bir sepetin içinde uygun koşullarda saklayıp, toprakta filizlenecekleri günü bekledikleri yazıyor. Ne güzel birşey bu, yiyorsun ama yiyip tükettiğini zannettiklerin tükenmiyor, yine yeniden hayat buluyor. Tabi bunu yapacak çiftçimiz de pek kalmadı sanırım. Köylerimiz de boş, tarlalar ekilip biçilmiyor artık. Buğday derneğinin ekolojik tarımı destekleyen bir çok çalışması var, en basitinden ekolojik pazarlar var artık, haftada bir de olsa ekolojik tarım yapan çiftçi ürününü sergileyebiliyor. Bu pazarların çoğalması ve ekolojik üretimin artması da biz insanların elinde. Ne kadar desteklersek o kadar geleceğe yatırım yapmış oluruz.
Buğday derneği, “Tohumlara Sadakat” kampanyasına herkesin destek vermesini bekliyor. Daha ayrıntılı bilgiyi derneğin sitesinden edinebilirsiniz. http://www.bugday.org/ .
21 Şubat 2009 Cumartesi
Unutkanlık
Dedelerimiz, büyükannelerimiz birşeyleri unutmaya başladığında hemen onlara bunamaya başladı deriz fakat bu işin pek de yaş sınırı kalmadı artık? Bir kaç senedir bende de unutkanlık başladı. O kadar sık birşeyleri unutuyorum ki, bazen başladığım bir işi başa dönüp tekrar yapıyorum, bir yere giderken tekrar eve dönüyorum her yeri yeniden kontrol ediyorum, iki saniye önce ne dediğimi unutuyorum. Bir yazı yazacağım, kafamda birgün öncesinden tasarlamışım ama ertesi gün tamamiyle unutmuşum, düşün allah düşün bulabilirsen, tabi çok kızıyorum, sinir oluyorum kendime. Sonra çevremdeki insanlarla konuşurken onlarında aynı dertten müzdarip olduklarını görüyorum ve içimden neyse sadece ben değilim, herhalde bu da çağımızın bir problemi diyorum. Şöyle ülkeme baktığımdaysa unutkanlığın bulaşıcı bir hastalık olduğuna kanaat getirdim. Çünkü herkes herşeyi unutuyor artık. Nereden başladı, ilk kimden bulaştı bize bu hastalık acaba?. Çok eskiyi bilmem, ben seksen çocuğum ve bu dönemin hızlı, anlamsız ve sanki bir boşluktaymış gibi geçtiğini düşünüyorum. Bence unutkanlık da muhtemelen seksenlerde başladı. Çünkü insanlar yepyeni şeylerle karşılaştı bu dönemde, hayatlarına yeni makineler, yeni sözcükler, yeni paralar, yeni müzikler, yeni insanlar, yeni işler, yeni sıkıntılar, yeni sorunlar, kısacası yeni bir dünya dahil oldu. İlk önce afalladı, nereye saldıracağını şaşırdı insanlar. Beynin kapasitesi alacağını aldı ve dolayısıyla da geçmiş bilgileri sorgusuz sualsiz silmeye başladı. O günlerden bu günlere de bu hastalık devam etmekte. Peki ne yapacağız? Bulmaca çözsek, briç oynasak faydası olur mu? Yada bazı uzmanlar aile ve akrabalarla vakit geçirmenin unutkanlığı azalttığını söylüyor, doğru mu? Bilemem ne kadar etkisi var ama beynimizin kapasite aşımına uğradığı kesinlikle doğru bence. Herkesin beyninin bir kapasitesi var tabi ki ama hafızayı da yeni bilgilere karşı güçlendirmek gerek biraz. Eski bilgileri unutmak yerine, yenileri için hafızamızda yeni yerler açmalıyız.
Aslında şaşılacak şey benim 80 (yaşını söylediğimi duysa beni topa tutardı herhalde!) yaşındaki babannem 5 yaşında yaşadığı en küçük olayı bile hatırlarken ben çocukluğumu zerre kadar hatırlamıyorum. Yani babannemi bıraksan günlerce anlatır, o kadar çok anlatacağı şey var ki, yaşadığı herşeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyor. Nasıl oluyor bu diye düşünüyorum ve babannemin beynine yeni bilgileri kaydetmediği, sürekli eskilerle yaşadığı sonucuna varıyorum.
Gelelim hafızamızı güçlendirmek için , bulmaca çözmek, zeka oyunları oynamak dışında başvurabileceğimiz bitkisel çözümlere;
Bir bardak kaynar suya, 10-20 g biberiye veya 3 g kekik yada 4-10 g kadar karanfil konularak, 10 dk bekletilir ve günde 2-3 bardak içilir.
Hergün kuru üzüm, fıstık içi ve biberiye yenilir.
Bir bardak suda, 15 adet badem 1,5 kaşık şekerle ezilir, süt haline getirilir, ılık halde akşamları içilir. Yemeklerden sonra bir avuç badem yenilir.
Yatmadan önce taze sıkılmış havuç suyu içilir. Ben bu yöntemi çok beğendim, yatmadan önce havuç suyu içmek hiç de fena olmaz!!
18 Şubat 2009 Çarşamba
Antioksidan
Oksidasyon, hastalıklara karşı sürekli mücadele eden bağışıklık sistemimize zarar vermektedir dolayısıyla birçok hastalığa karşı direncimizi düşürmekte aynı zamanda da yaşlanmayı hızlandırmaktadır. Özellikle kanser ve kalp krizine neden olduğu bilinmektedir. Organizmamız, kendi doğal antioksidan sistemleri sayesinde oksidan maddelerle savaşını verip, kendini koruyabiliyor. Fakat bazen bu koruyucu mekanizma yetersiz kalabiliyor. İşte antioksidanlar, organizmamıza yardımcı olarak, oksidanları zararsız hale getirmektedir. Doğada pek çok besinde bol miktarda antioksidan bulunmaktadır ama piyasada bulunan ilaçların kullanımı da günden güne artmaktadır. Oysa bu tabletlerin çoğunun sağlık bakanlığından izinleri olmadığı bilinmektedir. Zaten doğal besinlerden alınan antioksidanın daha yararlı olacağına da şüphe yoktur. Sonuç olarak antioksidan maddeler daha sağlıklı bir yaşam için çok büyük önem arzetmektedir.
Yalnız antioksidan maddelerin de belli bir dozda alınması gerektiği, fazlasının da zarar verebileceği uzmanlar tarafından belirtilmektedir. Eee herşeyin fazlası zarardır diye boşuna dememişler...
Antioksidan içeren bazı önemli gıdalar;
Domates va Karpuz: Güçlü antioksidan içerirler. Meme ve prostat kanserine karşı güçlü bir önleyicidirler.
Kuru Soğan: İçerdiği antioksidan madde kanser hücrelerine karşı savaşan etkin bir maddedir.
Brokoli : Çok güçlü kanser önleyici antioksidan madde içermektedir.
Beyaz lahana: Bağısak kanseri önleyici maddeler içerdiği bilinmektedir.
Taze Beyaz Üzüm:Tüm meyveler içerisinde en güçlü antioksidan özelliği olan meyva olduğu bilinmetedir.
Karnabahar , sarımsak, kereviz, semizotu, buğday, mısır, fasulye, enginar, kuşburnu,çilek, nar, mürdüm eriği, böğürtlen, yaban mersini, kivi, ceviz, badem, fındık, kabak çekirdeği, yeşil çay, biberiye, adaçayı, zencefil, zerdeçal.......
15 Şubat 2009 Pazar
Deprem
10 Şubat 2009 Salı
Doğada Bir Gün...
9 Şubat 2009 Pazartesi
Şef Seattle 'ın Mektubu
1854 yılında A.B.D. Başkanı, yazdığı bir mektupla Amerika'ya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla Kızılderililerden toprak istemiş ve bu isteği kabul edilecek olursa, kızılderililere rahatlıkla yasayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir. Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan Kızılderili Reisi Seatle, bir söyleviyle A.B.D. Başkanına yanıt vermiş ve bu yanıt mektup olarak A.B.D. başkanına gönderilmiştir.
Mektubun aslı Amerika, Seatle, Squamish Müzesinde korunmaktadır.
Şef Seattle'ın mektubu :
Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir.
Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir.
Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir.
Şef Seattle her ne söylerse, Washington'daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.
Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır.
Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava ? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı ?
Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; son Kızılderili yok olup, kabilemin hatıraları Beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak.
zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölü mü dedim?
Ölüm diye bir şey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan..!
6 Şubat 2009 Cuma
Güzel Olmak 2
Kış aylarında benim cildim, özellikle ellerim çok kurur ve bazen güçlü nemlendiriciler bile fayda etmez. Onun için çok kolay malzemelerden hazırlanabilecek bazı bitkisel kürler de kullanırım.
Yarım çay bardağı limon suyuyla, bir çay bardağı kadar vazelin ve bir çorba kaşığı kadar da gliserini karıştırıp, krem haline getirerek ellerinize sürebilirsiniz.
3 çay bardağı gül suyuna, 1 çay bardağı vazelin koyup karıştırın. Bu karışımı haftada 2-3 kez ellerinize hatta dudaklarınıza da sürebilirsiniz.
Gül yağı ile bir miktar badem yağını karıştırıp ellerinize ve vücudunuza sürebilirsiniz.
1 elmayı ezip, bir miktar zeytinyağıyla karıştırıp, krem kıvamına getirin. Yüzünüze sürüp on dakika beklettikten sonra yıkayın.
Kayısı yağı da çok iyi bir nemlendiricidir. Eğer cildiniz çok kuru ise hergün bir defa, eğer çok kuru değilse haftada bir kez kayısı yağı sürebilirsiniz.
Kayısı yağı, A vitamini içerdiğinden dolayı cildinize canlılık ve parlaklık kazandırır ayrıca yaşlanmadan kaynaklanan kırışıklıkları da azaltıcı etkisi olduğu bilinmektedir.
Önemli bir hatırlatma: Özellikle yağların organik olanlarını tercih ediniz.
5 Şubat 2009 Perşembe
Güzel Olmak..
Bedenen sağlıklı olmak sağlıklı beslenmek, egzersiz yapmak ve temizlik ile sağlanabilir. Herkesin sağlıklı beslenmek adına kendince yaptığı birşeyler vardır. Burada şu yararlı bu zararlı demeyeceğim ama kendimize bakmak, hem bu günleri sağlıklı geçirmek hem de gelecek günlere can bırakmak zorundayız. Ruhen güzellik ise doğuştan gelen özellikler yanında insanın kendini tanıması, sonrada tüm evreni anlamasıyla olur diye düşünüyorum. Bu ikisi bir arada olursa da gerçek güzellik budur işte.
Şimdilerde, gençler arasında ünlü olmuş birkaç insan güzellik için ölçüt seçilmiş, herkes onlara benzemek için uğraşıp duruyor. Eskiden de böyleydi belki, Türkan Şoray’ a, Sophia Loren’e benzemek isteyen bir sürü kişi vardır eminim ama şimdi birilerine benzemek daha kolay oldu galiba. Kısa bir süre yaptığım öğretmenlik sırasında bunu daha iyi gözlemledim. Hatta bir öğrencim yanıma gelip “hocam ben güzelmiyim” diye sormuştu. Sonra ne gariptir ki çok defa hepiniz çok güzelsiniz diye telkinde bulunma ihtiyacı hissetmiştim. Onlarda bu yaşları geçip hayata atılınca herhalde anlarlar diye umut ediyorum. Belki de o yaşın vermiş olduğu bir endişedir bu. Yine de canımı sıkıyor, sokakta herkes aynı tip, ne bileyim komik geliyor bana.
Gelelim bakımlı olmak kısmına. Son zamanlarda doğal güzellik reçeteleri çok konuşulur oldu. Evde yapılabilenlerin yanında doğal ürünler üretip satan kişiler o kadar çoğaldı ki, artık takip etmek bile güçleşti. Eskiden pahalı kozmetikler yoktu, peki kadınlar ne yapıyorlardı?? Öyle ya biz kadınlar için her an güzel görünmek erkeklere oranla daha önemlidir. Binlerce yıl önce de öyledir mutlaka. Örneğin, Afrodit, Kleopatra ya da büyükannelerimiz ne yapıyorlardı acaba??? Kleopatra aklımda hep at sütü banyosu yapan kadın olarak kalmıştır. Büyükannemin de kil ile bir karışım yaptığını duymuştum ama maalesef karışımı tam olarak hatırlayan kimse yok.
Bizi ambalaj gibi saran cildimizin sağlığı, dolayısıyla güzelliği, temizliğe, doğru beslenmeye ve kafi derecede su içmeye bağlıdır. İlk bakışta göze çarpan uzuvlarımız da yüzümüz ve ellerimizdir. Ellerimizin temizliğini gün içerisinde su ve sabunla yapıyoruz. Günlük yüz temizliğimiz de yine su ve sabunla yapılabilir. Fakat bütün gün bulunduğumuz ortamları düşünürsek, yüzümüzün daha iyi bir temizliğe ihtiyacı olduğunu anlarız. Ellerimizi gün içinde çok defa yıkama şansımız oluyor fakat yüzümüzü ancak eve geldiğimizde yıkayabiliriz çoğunlukla. Genellikle kadınlar yüz temizliği için hazır satılan yüz temizleme losyonlarını ya da maskelerini kullanır. Fakat evimizde de pekala yapabileceğimiz maske ve losyonlar mevcuttur. İşte size bir kaç örnek. (Fakat sorunlu ciltlere sahip olan kişiler ilk önce mutlaka bir doktora başvurmalıdır.)
Losyon: 1 kaşık biberiye, 2 kaşık kuru papatya çiçeğini ve 4 bardak su 15 dk kaynatın. Daha sonra soğutup ve süzün. Kalan suyla da yüzünüzü yıkayın. Biberiye cildinizdeki mikropların ölmesine, papatya ise cildinizin parlaklık ve canlılık kazanmasına yardımcı olacaktır.
Ben bazen maden suyu kullanırım cildimi temizlemek için. Bir pamuğa biraz maden suyu döküp yüzümü pamukla silerim.
Yağlı ciltler için maske; 2 adet limonun kabuklarını soyun, kabukları bir kaba koyun üzerine bir kaç damla limon damlatın, yarım çay bardağı su ilave edin. 5 dk bekledikten sonra robotton geçirin ve ya havanda dövün. Bir pamuk yardımıyla yüzünüze sürün. 5 dk kadar beklettikten sonra, ılık suyla yıkayıp, temiz bir havluyla kurulayın. Yalnız bu maskeyi yaptıktan sonra iki saat kadar güneşe çıkmayın.
Yine bir kaşık bal, bir kaşık limon suyu ve kıvamı bozmayacak miktarda sütü karıştırıp, yüzünüze ve boynunuza sürebilir, 5-10 dk bekledikten sonra da bir pamuk yardımıyla temizleyebilirsiniz.
Kuru ciltler için; Bir kaç marul yaprağını kaynar suya batırıp 2 dk bekletip soğuttuktan sonra yüzünüze uygulayın. 20 dk bekledikten sonra ılık su ile yıkayıp, kurulayın.
Karma ciltler için; 1 portakal kabuğu rendesi, 1 limon kabuğu rendesi, 3 damla limon suyu, 1 yumurta sarısı ve 1 çay kaşığı tuzsuz tereyağını bir güzel karıştırıp, krem haline getirin. Ağzı kapalı bir kapta 1 saat beklettikten sonra yüzünüze sürün. 20 dk bekletildikten sonra, ılık su ile yıkayın.
Normal ciltler için; İki kaşık yoğurt ve bir kaşık balı karıştırıp, yüzünüze sürün. 15-20 dk bekledikten sonra önce ılık, sonra soğuk su ile yıkayın.
4 Şubat 2009 Çarşamba
Köpek Balığı Aranıyor!!!
Zaten balıkçılar yanlış avlanma yaptıkları için çoğu balığın nesli tükenmek üzere. Hiçbir yetkili yok ki bunu denetlesin, hangi biri denetlensin diyeceksiniz. Hepsi denetlensin, caydırıcı cezalar gelsin. Balıkçılar eğitilsin. İlla ki bir çaresi vardır ve bu konunun uzmanları çareleri de biliyorlardır ama biz türk milleti olarak vah vah tüh tüh demeyi çok severiz ne yazık.
3 Şubat 2009 Salı
Stres ve Depresyon
Herşey bu kadar hızlı ilerlerken bu bilgisayar çağında, insanlarda bir bilgisayar gibi kendilerine yüklenen yazılımın içeriğine göre hareket ediyorlar sanki, yanlış bir tuşa basınca uyarı geliyor eğer birkaç kez tekrarlanırsa da sistem kitleniyor. Çok hızlı yaşıyoruz çok! çoğumuzun düşünmeye bile vakti yok. Dedim ya otomatiğe bağlamış gidiyoruz ama bunun sonu galiba pisikopata bağlamak ona göre!!!
Gelelim çağımızın yaygın hastalıklarından biri olan depresyona. Depresyon için kullanılabilecek bitkisel kürler elbette var. Fakat gerçekten günlük hayatımızı çok fazla etkileyecek şekilde bir rahatsızlık duyuyorsak, mutlaka bir hekime başvurmalıyız. Depresyon aslında bir hastalıktır fakat günümüzde hala bir hastalık olarak algılanmamaktadır. Çoğu insan depresyon yaşadığında doktora başvurmaktan çekinir. Oysa ki depresyon tedavi edilmezse bütün hayatımızı etkileyecek; dolayısıyla da toplumu etkileyecek bir rahatsızlıktır. Hasta bireyler demek, hasta bir toplum demektir. Bu nedenle de mutlaka tedavi edilmelidir.
Tedavi için kullanılan birçok antidepresan ilaç mevcuttur. Fakat bildiğiniz gibi çoğu ilacın bir takım yan etkileri de vardır. Bu tip ilaçlar mutlaka ki doktor tavsiyesi ile kullanılmalıdır.
Bilinen en iyi depresyon önleyici bitki sarı kantarondur. İki kaşık kurutulmuş sarı kantaron bir bardak kaynamış suda 10 dk demlenip içilebilir.
Depresyon tedavisine yardımcı olabilecek ve bilinen bir yan etkisi bulunmayan bitkisel kürler de mevcuttur. Bu kürler, araştırmacıların uzun çalışmalarından sonra ortaya çıkarılmıştır. En önemlilerinden bir tanesi de ıspanaktır. Ispanağın ruhi çöküntüye yani depresyona iyi geldiği bilinmektedir.
Yine aktarlardan temin edebileceğimiz yasemin yağı da rahatlatıcı özelliğinden dolayı depresyon tedavisine yardımcı olacaktır. Cilde masaj yaparak veya banyo suyuna damlatılarak yararlanılabilir.
Bir de doğada binbir çeşit taş var. Onlarında bir takım küçük sıkıntılara, hatta günlük hayatımıza etkilerinin olduğuna kesinlikle inanıyorum. Özellikle stresli, sıkıntılı zamanlarımda “ametist” taşının faydasını görüyorum.
Sonuç olarak, bunca hengamenin içinde yüzümüzü biraz olsun doğaya, denize, kuşlara, çiçeklere.... döndürelim. Biz koşturup duruken bakalım onlar ne yapıyorlar?
Önemli bir hatırlatma: Bitkilerle ilgili verilen bilgilerin tümü tavsiye niteliğindedir. Rahatsızlıklar yaşandığında mutlaka doktora başvurulmalıdır.
2 Şubat 2009 Pazartesi
Hayat Kaynağımız "Su"
İlk önce hayat kaynağımız olan “su “ dan bahsetmek istiyorum.
Suyun mucizevi bir içecek olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Su hayattır, sağlıktır. Vücudumuzun ihtiyacı olan oksijeni bir tek havadan değil sudan da almaktayız. Su, kanımızın daha rahat akmasını, kalbimizin rahat çalışmasını,
Özellikle sabah kalktığımızda bir bardak su içmek, tüm organizmamızı temizler ve vücudumuzdaki toksinleri atmamıza yardımcı olur. Aynı şekilde yatmadan önce içeceğimiz bir bardak suda inanılmaz faydalıdır. Önemli bir nokta da susuzluğumuzu yalnızca su ile gidermektir. Bazı insanlar su yerine çay, meyve suyu vs gibi içecekleri tercih eder. Fakat bu çok yanlış bir uygulamadır. Vücudumuzun susuzluğu yalnız ve yalnız su ile giderilebilir.
Hatırlarmısınız eskiden çoğu mahallede bir çeşme vardı ( hala var ama ...), avucumuzu musluğun altına tutar kana kana su içerdik. Ne zevkliydi suyu o şekilde içmek. Şimdi o çeşmelerin neredeyse hepsi kurudu, kurumayanlarında suyu içilemiyor maalesef. Haa!! evimizin musluğundan akan suyu da içebilirdik biz eskiden. Artık ne avcumuzu açıp içebileceğimiz ne de musluğu açıp bardağa su doldurup içebileceğimiz suyumuz yok!!!
Yakında belki de hiç suyumuz olmayacak. Göllerimiz, nehirlerimiz, su kaynaklarımız tükeniyor, çoğu kurudu, kalanlarda yavaş yavaş kuruyor.
Maalesef daha rahat yaşayabilmek ( daha rahatsız mı desek ???) adına hayatın temel kaynağı olan hava ve suyu yok ediyoruz. Daha doğrusu tüm doğayı yok ediyoruz. Hava, su dolayısıyla diğer tüm canlılarıda... Hemde öyle acımasızca ve hoyratça yapıyoruz ki kimse ama kimse karşı duramıyor. Evet çoğumuz bilincindeyiz ama hepimizinde bu yok oluşa bir katkısı var ne yazıkki..
1 Şubat 2009 Pazar
Soğuk Algınlığı
Bol bol c vitmini almak da vücudun direnci açısından çok gerekli. Hastalık, belirtilerini hafif hafif göstermeye başladığında, sıcak bir bardak suyun içine yarım limonu sıkıp içmek de tavsiye edilir.
Özellikle de, sevdiklerinizin ya da eğer yalnızsanız kendinizin güç bela yapacağı sıcacık bir çorbanın da herşeye değeceğini hatırlatmak isterim.
Amman dikkat edin kendinize...
Merhaba...
Çoğumuzun günlük hayatta küçük sıkıntılarımızı gidermek adına kullandığı bir takım bitkisel reçeteler vardır. Bunlar büyüklerimizden duyduğumuz, çevremizden ya da iletişim araçlarından öğrendiğimiz kolay reçetelerdir. Örneğin, nezle,grip, baş ağrısı, mide ağrısı, yorgunluk, depresyon, kabızlık gibi rahatsızlıklarda kullanılabilecek bitkilerle ilgili kulak aşinalığımız olmuştur. Fakat bazen geçmeyen, sürekli tekrar eden küçük rahatsızlıklar ciddi hastalıkların habercisi olabilir. Eğer rahatsızlıklar sürekli tekrar ediyorsa mutlaka bir doktora başvurulmalıdır.
Ben doğada bulunan bitkilerin çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğine, kişisel bakım için kulanılabilirliğine inanıyor ve uyguluyorum. Hem elimdeki kaynaklardan hem de ailemdeki ve çevremdeki büyüklerin bana aktardıklarından ,öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak istedim.