Aylar sonra merhaba...
Yeni yıl neşesinin, telaşının, hüznünün vs.. yaşandığı ve kıyametin kopacağı söylentilerinin bütün dünyayı sardığı şu günlerde ben alakasız bir iki fotoğraf paylaşmak istedim sizlerle. Çarşamba günü çok güzel bir oyuna gittik. Duşan Kovaçeviç'in üçlemesinin 2. oyunu olan Buluşma yeri, muhteşem bir oyun mutlaka izleyin derim. Oyun 20.30 da başlıyor ama biz tabi ailecek bütün saatli buluşmalara, tüm gecikme olasılıklarını göz önünde bulunduraraktan baya bir erken gittiğimiz gibi o günde bir buçuk saat öncesinde Kadıköydeydik. Tabi her zaman bu kadar erken gitmiyoruz, gitmişken dolaşırız birazcık dedik. Gerçi havanın soğukluğu nedeniyle çok dolaşamadık ama en azından Beyaz Ev de tatlımızı yedik, çayımızı içitik, bu da bize yetti valla. İşte paylaşacağım fotoğraflardan biri Beyaz Ev'in kapı komşusu Şekerci Cafer Erol'un vitrini. Yakından çok daha güzel ve içerdekiler de muhteşem görünüyordu...
İkinci fotoğraf ise bizim güççüüük mü güççük yılbaşı ağacımız daha doğrusu köşemiz. Çok sade ve gösterişsiz ama o köşeye çok yakıştı doğrusu.
21 Aralık 2012 Cuma
19 Haziran 2012 Salı
Baş Ağrısına Birebir..
Bugün rutin işleri erkenden hallettim oh rahat rahat kitabımı okuyayım dedim ama ne mümkün, havada bir ağırlık var sanki ve bu ağırlık gelmiş benim başıma oturmuş gibi adeta. Beynimde bir zonklama, soğuk birşeyler içtim, yüzümü yıkadım vs olmadı. Uzanayım desem ağırlık daha da artıyor. Neyseki bir ara güzel bir rüzgar çıktı. Bunları yaşadığım sıralarda da kafamı dağıtayım derken gözüme takı askım ilişti. Yapmışım bir ton kolye ama kaç kere kullandın derseniz, çoğunu neredeyse hiç kullanmamışımdır. Ben en iyisi bunları bozayım yeni birşeyler yapayım dedim. İçlerinde beş altı sene önce Eminönün'den çok beğenerek aldığım tahta ve doğal turkuaz boncuklardan yaptığım bir kolyeyi seçtim. Aldım karga burnu koparttım misinesini ve bileklik yapmaya karar verdim. Yazın da hoş oluyor bileklikler. Galiba başımın ağrısı da geçti bu sırada...
Etiketler:
bileklik,
doğal boncuk,
tahta boncuk,
takı yapımı,
turkuaz
15 Haziran 2012 Cuma
Hadi Serinleyelim...
Hava sıcaklığı böylesine artmışken, hafif serince bir bahar akşamı çektiğimiz gün batımı görüntüleriyle biraz ferahlayayım, blogumuda ferahlatayım dedim...
4 Mayıs 2012 Cuma
Parfümün Dansından Önce..
Parfümün Dans'ını bir türlü okuyamadım. Araya "Kediler güzel uyanır", " İsmail", " Uyumsuz Defne Kaman'ın maceraları, Su" ve "Gül mevsimidir" girdi. Dört kitap da ayrı ayrı çok iyiydi. Okuyuş sırama göre yazarsam;
Kediler Güzel Uyanır, çok sevdiğim kalemlerden ve her kitabını heyecanla okuduğum yazarlardan biri olan Yekta Kopan' a ait bir öykü kitabı. Yine zevkle okudum, kalemine sağlık.
"Gül mevsimidir" yaşananlara ve hayata rağmen varolabilmiş bir aşkı anlatıyor. Ben galiba ikinci kez bir Füruzan kitabı okudum ve neden bu kadar az okumuşum diye de hayıflandım. .
İsmail, Daniel Quinn'in yıllar önce yazmış olduğu bir kitap ama türkçeye yeni çevrilebilmiş sanırım. Ben bu kitabı tv de bir programda Melike Demirağ'dan duydum ve çok ilgimi çekti. Hemen alıp okudum tabi. Harika bir kitap, yitip gittiğimiz tüketim denizi içinde, yaşadığımız gezegeni nasıl hoyratça, nasıl acımasızca yok ettiğimizi ve bizlerin artık titreyip kendimize gelmek zorunda olduğumuzu çok güzel bir dille ve örneklerle anlatmış. Mutlaka okunmalı..
Su, Buket Uzuner'in son romanı ve bütün kitapları gibi çok sürükleyici. Keşke benimde bir Umay Ninem olsaydı dedim en çok..
Kediler Güzel Uyanır, çok sevdiğim kalemlerden ve her kitabını heyecanla okuduğum yazarlardan biri olan Yekta Kopan' a ait bir öykü kitabı. Yine zevkle okudum, kalemine sağlık.
"Gül mevsimidir" yaşananlara ve hayata rağmen varolabilmiş bir aşkı anlatıyor. Ben galiba ikinci kez bir Füruzan kitabı okudum ve neden bu kadar az okumuşum diye de hayıflandım. .
İsmail, Daniel Quinn'in yıllar önce yazmış olduğu bir kitap ama türkçeye yeni çevrilebilmiş sanırım. Ben bu kitabı tv de bir programda Melike Demirağ'dan duydum ve çok ilgimi çekti. Hemen alıp okudum tabi. Harika bir kitap, yitip gittiğimiz tüketim denizi içinde, yaşadığımız gezegeni nasıl hoyratça, nasıl acımasızca yok ettiğimizi ve bizlerin artık titreyip kendimize gelmek zorunda olduğumuzu çok güzel bir dille ve örneklerle anlatmış. Mutlaka okunmalı..
Su, Buket Uzuner'in son romanı ve bütün kitapları gibi çok sürükleyici. Keşke benimde bir Umay Ninem olsaydı dedim en çok..
24 Nisan 2012 Salı
masalatolye.blogspot.com ...
Henüz çok acemice yapıyorum ama her seferinde daha iyiye gittiğimi düşünüyorum. Tabi bu işin profesyonelleri var ve harika işler yapıyorlar. Ben ve arkadaşlarım da kendimizce çabalıyoruz, bol bol deneme yapıp kendimizi geliştirmeye ve bir düzen oturtmaya çalışıyoruz. Hamurun kıvamı, içeriği, pişme süresi, şeker hamuru yapımı, renklendirme, modelleme hepsinin püf noktaları var elbette ama yine de insan kendinden birşeyler katmadan tam sonuca ulaşamıyor, bu da sonuçta kendi tarzın ya da kendi yöntemin olmuş oluyor.
Artık bizim de bir blogumuz var henüz tam rayına oturmadı ama onun için de çalışmalar yapıyoruz. masalatolye.blogspot.com ziyaretlerinizi bekliyor.
Etiketler:
masalatolye.blogspot.com,
şeker hamurlu kurabiye
18 Nisan 2012 Çarşamba
Mahalle Baskısı ve Kablolar...
Televizyon seyretme alışkanlığımız yok denecek kadar azdır aslında bu nedenle yeni çıkan tv ler hiç ilgimizi çekmemişti. Evlendiğimizde almış olduğumuz tüplü televizyonumuzla mutluyduk doğrusu. Gerçi devasa boyutuyla küçük salonumuzun en ağır parçasıydı ama bize yetiyordu. Fakat neredeyse 5-6 aydır çevremizdeki insanlar bizim televizyondan fena halde rahatsız oldular ve bunu çeşitli şekillerde dile getirdiler. Özellikle eşim iş yerinde bu konuyla ilgili acayip baskı gördü, en sonunda annemle babamda " alın artık bir televizyon" deyince biz daha fazla mahalle baskısına dayanamayarak, film seyretmek güzel olur felan diye kendimizi avutaraktan bir tane led tv aldık. Hatırı sayılır bir ücret karşılığında aldık ama masrafı bitmedi. Yanında bir sürü ilave kablo ve bir de ev sinema sistemi almamız gerekti. Bunun sonucu olarak da ev bir anda kablo dünyasına döndü. Şimdi bu kabloları nasıl saklayacağız kara kara onu düşünüyorum. Mahalle baskısının her türlüsü çok kötü çook....
11 Nisan 2012 Çarşamba
16 Mart 2012 Cuma
Hünerli Bayanlar' la Harika Bir Gün
Çarşamba günü kuzenim ve kardeşimin eşiyle "Hünerli bayanlar" blogunun sahibi Müge Hanım'ın vermiş olduğu kurabiye kursuna katıldık. Durup dururken esmedi tabi kursa katılma fikri. Aslında ben Müge hn dan çok uzun zamandır haberdardım ve hep kursa katılıp mutlaka kendisiyle tanışmayı istiyordum. Kızlara da bahsettim bundan, onlarda istekli olunca yazıştık Müge Hn la ve kaydımızı yaptırdık. Kurs saat 11' den 18.00' a kadar devam etti. Herşey harikaydı, özellikle Müge Hn gerçekten çok içten, cana yakın ve çok iyi bir öğretici. Bizi baya bir yordu ama tüm yorgunluğa değdi. Gün sonunda ortaya çıkan kurabiyeler hepimizi şaşırttı. Tek canımızı sıkan, kursa katılanlardan bir kişinin huzur bozmak istercesine manasız tavırlar sergilemesiydi ama allahtan geri kalan beş bayan ortamın sıcaklığını bozmamak adına o kişiye gerekli olgunluğu gösterdi ve bir tatsızlık olmadan gün sona erdi. Sonuç olarak sabah kursa giderken hiç birşey bilmiyor gibiydik fakat akşam o kadar çok şey öğrenmiştik ki biz bile kendimize inanamadık. Kursa katılmadan günler önce pasta malzemeleri satan bir dükkana girmiştik ve herşeye yani bütün o kalıplara, şekilli silindirlere, şekillendirme çubuklarına, cımbızlara vs manasızca bakmıştık oysa şu anda hepsini tanıyoruz ve onlarla ne harikalar yaratabileceğimizi biliyoruz. Şimdi kolları sıvadık ve yeni işimize vira bismillah dedik.
5 Mart 2012 Pazartesi
Aktivite Haftası..
İki üç aydır çeşitli nedenlerden ötürü tiyatro, sinema, konser vs gibi aktivitelere ara vermiştik. Özellikle bu sezon tiyatroya hiç gidememiş olmaktan yakınıyorduk ki hafta içinde 3 oyuna birden giderek mutlu ettik kendimizi. Aslında görmek istediğimiz hiç bir oyuna yer yoktu, biz de bilet bulabildiklerimize gittik.
İlk olarak devlet tiyatrosunun sahnelediği " Karanlık işler" e, daha sonra şehir tiyatrolarının sahneye koyduğu "Arka bahçe" ve "Ufak bir hata" adlı oyunlara gittik.
"Karanlık işler" bir komedi oyunu ama ben pek gülemedim, aslında klasik bir bulvar komedisi. Fakat oyuncular çok çok iyi tabi ki..
" Arka bahçe" Bilgesu Erenus' un bir oyunu. Kapitalizmin gelişimi ve küreselleşmenin getirdikleri, bir köşkün arka bahçesinde farklı bir dille anlatılmış. Güzel bir oyundu. Yalnız ilk perdede dekordaki dumanlar, ikinci sırada oturmamız nedeniyle bütün konsantremi bozdu. İkinci perdede, arka sıralar boştu hemen geçtik oraya ve rahat rahat izledim oyunu.
"Ufak bir hata" Oyuncular süperdi özellikle Selin Türkmen harikaydı ama sonu beklediğimiz gibi olmadı. Kafamızda "acaba on yıl önce ne olmuştu?" sorusuyla eve döndük.
İkimize de öyle iyi geldi ki, tiyatronun tadı bambaşka. Daha izlemek istediğimiz bir sürü oyun var. Umarım hepsini görme şansımız olur. Tabi filmler ve konserler de var...
Bir de geçen pazar Van Gogh denememiz oldu fakat giriş kuyruğunu görünce gözümüz korktu ve vazgeçtik. Serginin çok yeni olması ve de hafta sonu olmasından dolayı bu kadar kalabalıktı elbette. Yani yanlış zamanlama. Ona da en kısa zamanda, hafta içerisinde bir gün gitmeyi istiyoruz.
İlk olarak devlet tiyatrosunun sahnelediği " Karanlık işler" e, daha sonra şehir tiyatrolarının sahneye koyduğu "Arka bahçe" ve "Ufak bir hata" adlı oyunlara gittik.
"Karanlık işler" bir komedi oyunu ama ben pek gülemedim, aslında klasik bir bulvar komedisi. Fakat oyuncular çok çok iyi tabi ki..
" Arka bahçe" Bilgesu Erenus' un bir oyunu. Kapitalizmin gelişimi ve küreselleşmenin getirdikleri, bir köşkün arka bahçesinde farklı bir dille anlatılmış. Güzel bir oyundu. Yalnız ilk perdede dekordaki dumanlar, ikinci sırada oturmamız nedeniyle bütün konsantremi bozdu. İkinci perdede, arka sıralar boştu hemen geçtik oraya ve rahat rahat izledim oyunu.
"Ufak bir hata" Oyuncular süperdi özellikle Selin Türkmen harikaydı ama sonu beklediğimiz gibi olmadı. Kafamızda "acaba on yıl önce ne olmuştu?" sorusuyla eve döndük.
İkimize de öyle iyi geldi ki, tiyatronun tadı bambaşka. Daha izlemek istediğimiz bir sürü oyun var. Umarım hepsini görme şansımız olur. Tabi filmler ve konserler de var...
Bir de geçen pazar Van Gogh denememiz oldu fakat giriş kuyruğunu görünce gözümüz korktu ve vazgeçtik. Serginin çok yeni olması ve de hafta sonu olmasından dolayı bu kadar kalabalıktı elbette. Yani yanlış zamanlama. Ona da en kısa zamanda, hafta içerisinde bir gün gitmeyi istiyoruz.
24 Şubat 2012 Cuma
Şahmaran Bilekliğim...
Son zamanlarda bir şahmaran bileklik modasıdır gidiyor, herkesler takıyor. Çeşit çeşit model var, altını, gümüşü, imitasyonu, taşlısı, taşsızı, yüzüklüsü, yüzüksüzü diye daha birçok sıralayabiliriz. Baktım olacak gibi değil bende kendi şahmaran bilekliğimi yapmaya karar verdim. Takıcılarda satılan zincirlerle ve birkaç boncukla denemeler yaptım ama sevmedim hiç birini. Sonra aklıma bir fikir geldi, neden kullandığım gümüş kolyelerden (altın da olabilir.) yapmıyorum diye düşündüm. İçlerinden en sevdiğimi kıvırdım kıvırdım geçirdim parmağıma, fotodan çok belli olmasada zincirin yapısından ötürü azıcık da parlıyor, kısacası ben çok sevdim kolay mı kolay şahmaran bilekliğimi...
Etiketler:
bileklik,
gümüş zincir,
kolye,
şahmaran bileklik
Bir Çekiliş Haberi...
Çok şık çok şirin mini bir tepsiniz olsun istermisiniz?? o zaman hemen bitahtasieksik.blogspot.comtık tıklayın...
16 Şubat 2012 Perşembe
Eski Gömleğin Geri Dönüşümü
Eşime, nişanlıyken yani 9 sene önce doğum gününde bir gömlek almıştım. Yıllarca severek giyindi ama yakası ve kol uçları baya yıprandı ( ayrıca biraz da kilo aldı) bu nedenle bir senedir giymiyordu. Bende kıyamadım atmaya, değerlendirme konularında hiç becerikli değilimdir ama kıyamadım işte birşeyler yapmam lazımdı. Bugün internetten şöyle bir araştırınca bir erkek gömleğinin geri dönüşüm alternatiflerinin bir hayli çok olduğunu gördüm. Çeşit çeşit bayan gömleği, elbisesi , çocuk için kıyafetler ve hatta mutfak önlüğü yapmış hanımlar, hepsi de harikaydı. İçlerinden, yeteneklerim ölçüsünde yapabileceğim bir tanesini seçtim ve teğel kısmına (daha doğrusu iğneledim sadece) kadar kusursuz geldim. Şimdi sırada dikiş var ama makinem olmadığı için evimin hemen karşısında bulunan terziye götüreceğim. Umarım son halide düşündüğüm gibi olur. Teğelli halini göstereyim, bitmişi de sonra artık..
11 Şubat 2012 Cumartesi
İnternet Alışverişçiliği
Fırsat sitelerinden sonra şimdi de alışveriş siteleri modası başladı bilindiği üzere. Her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Bugüne kadar internetten kitap dışında birşey almamıştım. Düne kadar da olur mu canım insan internetten kıyafet yada ayakkabı alabilirmi, denemeden de alınmaz ki diyordum fakat dün ben bu söylemimi tamamiyle yutup bu furyaya dahil oldum. Hem de iki siteden birden alışveriş yaptım. Bak çılgınlığa, bilgisayarın başına sabah oturdum öğlen kalktım. Havalar bozuk ya günlerdir bir yerlere çıkmadım ondanmıdır nedir, şeytana uydum vallahi. Bakalım gelenler nasıl olacak, göründüğü gibi çıkacakmı?? bu konuda ciddi şüphelerim var. Gerçi alışveriş yapan herkes çok memnun olduğunu söylüyor ama benim bir yanım hala karşı ya bu işe. Bu arada Limngo ve Trendyol dan aldım ( en bilindiklerinden zaten) ama du bakalımmm ne çıkacak...
8 Şubat 2012 Çarşamba
Zeytinyağlı Pırasaya Bir Süre Ara
Dün yoğun bir gündü. Bazı tahliller yaptırmam gerektiği için hastaneye gittim. Malum devlet hastanesi, ancak öğleden sonra bitirebildim işimi. Karnım acıkmış tabi, hemen bir sandiviç ve yeşil çayı hüplettim, girdim mutfağa. Evde sıfır yemek. Pırasa vardı ama canım zeytinyağlısını yapmak istemedi (her zaman zeytinyağlısını yapmışımdır, başka bir pırasa yemeği hiç denemedim). Mucver gibi birşey olmazmı acaba dedim ve açtım interneti varmış meğersem. Ben yıllardır eşime pırasanın sadece zeytinyağlısını yaparak pırasadan nefret etmesini sağladım ne yazık ki, hatta karnıbahardan da...
Pırasa Mücver :))
4-5 adet pırasa
2 adet yumurta
150-200 g kadar peynir ( tarifte beyaz peynir yazıyordu ama ben labne kullandım.)
Maydonoz
Aldığı kadar un
Tuz, karabiber, istenilen baharatlar ( ben kırmızı pul biber ekledim.)
Yarım çay bardağı kadar zeytinyağı
- Pırasaları yuvarlak şekilde ince ince kesiyoruz ve bir teflon tencerede sularını çekinceye kadar pişirip soğumaya bırakıyoruz. Soğuyunca malzemeleri bir güzel karıştırıyoruz ve yağlanmış bir fırın kabına yayıyoruz ( tarifte kızartma yapılmıştı ama ben kızartmayı tercih etmiyorum.) 200-220 derece fırında pişiriyoruz. Çok da lezzetli oluyor. Yerken aklıma un yerine mısır unu koyma fikri geldi, sanıyorum o da harika olur, en yakın zamanda denemeyi düşünüyorum.
Pırasa Mücver :))
4-5 adet pırasa
2 adet yumurta
150-200 g kadar peynir ( tarifte beyaz peynir yazıyordu ama ben labne kullandım.)
Maydonoz
Aldığı kadar un
Tuz, karabiber, istenilen baharatlar ( ben kırmızı pul biber ekledim.)
Yarım çay bardağı kadar zeytinyağı
- Pırasaları yuvarlak şekilde ince ince kesiyoruz ve bir teflon tencerede sularını çekinceye kadar pişirip soğumaya bırakıyoruz. Soğuyunca malzemeleri bir güzel karıştırıyoruz ve yağlanmış bir fırın kabına yayıyoruz ( tarifte kızartma yapılmıştı ama ben kızartmayı tercih etmiyorum.) 200-220 derece fırında pişiriyoruz. Çok da lezzetli oluyor. Yerken aklıma un yerine mısır unu koyma fikri geldi, sanıyorum o da harika olur, en yakın zamanda denemeyi düşünüyorum.
5 Şubat 2012 Pazar
Gecikmiş Bir Assos Yazısı
Üç yıl kadar önce bir hafta sonu tatili için Assos'a gitmiştik. Bizim için tadı damağımızda kalan tatillerden biri olmuştu. Bu tatili bugün anlatmamım sebebi Defne Joy Foster. Sanırım geçen gün ölüm yıldönümüydü. İşte bu unutamadığımız tatilimizde Defne ve eşinin Assos'daki otelinde kalmıştık. Bu tatilin yazısını da o zamanlarda yazmıştım ama nedense yayınlamamıştım.
"Sabah çok çok erken saatlerde,İstanbul henüz tam uyanmamışken, alışık olmadığımız bomboş yollardan geçerek başladık yolculuğa. 1 Mayıs tatilini fırsat bilip “Assos” a gidelim dedik. Aslında bizim pek aklımızda yoktu, arkadaşlarımızla beraber gidecektik fakat son anda onların işleri çıktı, bizde programı değiştirmedik.
Birkaç gün önce hava durumuna bakmıştık Çanakkale sağanak yağışlı görünüyordu fakat buna rağmen vazgeçmedik. İyi ki de vazgeçmemişiz.
Sabah 05.40 da düştük yola. Hafif bir müzik eşliğinde (İncesaz- Kalbimdeki Deniz, yazının sonunda bir tıkla dinleyebilirsiniz.) ve tatille ilgili konuşa konuşa o kadar kısa zamanda İstanbul dan çıkmışız ki, alışkın olmadığımız bir durum tabi. 07.50 civarında Keşan Korudağı Ormanının girişindeki tesislerdeydik. Burada mis gibi orman havası eşliğinde yaptığım sandviçlerle kahvaltımızı ettik. Biz kahvaltımızı ederken hafif hafif yağmur çiselemeye başladı. Saroz’ a geldiğimizde ise sağanak yağmur başlamıştı. 08.40 da Gelibolu ya ulaşabildik, yağmurda bu arada kesildi. 09.30 gibi Lapseki ye geldik. Bu arada arabamızla ilgili bir sorun çıktı ve bir süre yola ara vermek durumunda kaldık. Bir saat aradan sonra Ezine ye ulaştık.
Yol kenarları öyle güzeldi ki papatyalar, gelincikler, mor, pembe ismini bilmediğim bir ton çiçekle doluydu. Assos a kadar da bizi takip ettiler. 11.30 gibi Assos a vardık ve bizi girişte "Aristo" karşıladı. Otelimize geldik, eski bir taş evi 7 odalı bir butik otele çevirmişler ama o kadar güzel döşemişler ki insana evindeymiş hissi veriyor. Bu arada otelimizin sahipleri Defne Joy Foster ve eşi Yasin Bey. Otel de kendinizi evde gibi onları ve diğer çalışanları da kırk yıldır tanıyormuş gibi hissediyorsunuz. Yemeklerimizi Defne Hanım’ın teyzesi yaptı, kahvelerimizi garsonumuz ve otelin her şeyi Ethem pişirdi ( harika pişiriyor). Çok güzel bir otel yapmışlar, ellerine sağlık.
Odamıza yerleşip, yorgunluk kahvelerimizi de içip biraz sohbetten sonra hemen antik kenti görmek istedik. Antik kente geldiğimizde acayip bir yağmur, gök gürültüsü, şimşek, neye uğradığımızı şaşırdık. Gezmek mümkün değil. Geri dönüp bir kafeye sığındık. Masalar dışarıdaydı ve üzerlerine muşambadan çadır yapılmıştı, Nasıl yağmur yağıyor, kafeden çıkmak imkansız. İki saate yakın orada kalıp yağmurun biraz dinmesini bekledik, tabi bu arada hava da soğudu. Yağmur biraz dinince hızlı adımlarla otele geri döndük. Hemen şöminenin başına geçtik, birer bitki çayıp içip şöminenin tadını çıkardık. 15-20 dk sonra yağmur dindi ve güneş açtı, Hemen antik kentin yoluna düştük tekrar ama bu sefer tedbirliydik, şemsiye ve yağmurluklarımızı aldık fakat başımıza geleceklerden habersizdik. Manzara harika ve yine çiçekler binbir çeşit. Harika fotoğraflar çektik. Biz fotğraf çekmeye dalmışken şiddetli bir rüzgar başladı bir anda ve dolu yağmaya başladı. Biz tabi neye uğradığımızı şaşırdık ama bu sefer direndik bekledik ve sonunda dolu da dindi. Yine güneş açtı ve hava ısındı birden, bizde köyü dolaşalım dedik biraz. Acayip sessiz bir yer burası, birkaç horoz ve kuşların sesinden başka ses yok neredeyse. İnsana huzur veriyor. Sokaklarda yaşlı teyzeler, amcalar, küçük çocuklar dağ kekiği, limon kekiği, şile bezi kıyafetler, örtüler, zeytinyağı, sabun ve çeşitli süs eşyaları satıyorlardı sessizce. Akşama doğru artık baya yorulmuştuk, otele dönmeye karar verdik. Biraz dinlendikten ve otelimizin sahipleri ile yaptığımız keyifli bir sohbetten sonra akşam yemeği için masamıza geçtik. İlk gece balık vardı menüde çeşitli mezeler eşliğinde yemeğimizi yedik, saat baya geç oldu restoranda sadece biz kalmıştık. Odamıza çıktık güzel bir uykudan sonra horozun ve kuşların sesiyle sessizliğe uyandık. Hava harika. Hemen toparlanıp aşağıya indik, çünkü bugün biraz uzaklara gideceğiz. Güzel bir kahvaltıdan sonra yola çıktık. İlk olarak Assos a yaklaşık 30 km uzaktaki Gülpınar köyünde bulunan Apollon Smintheus Tapınağına gittik. Tapınak Helenistik dönemde yapılmış. Çevresindeki kazı çalışmaları da halen devam ediyormuş.
Daha sonra Asya'nın en batı ucu olan Babakale köyüne geldik. Aslında gün batımının seyredilebileceği en güzel yerlerden bir tanesiymiş ama maalesef biz öğlen saatlerinde oradaydık. Babakale’den sonra rotamızı Küçükkuyu’ya çevirdik. Sahil şeridi otelerle dolu ,yolun diğer kısmı ise Kaz dağları..
Son yıllarda ismi çok duyulan ve birçok ünlünün gittiği hatta Tayfun Talipoğlu nun da otel açtığı Küçükkuyu ya bağlı Yeşilyurt köyüne gittik. Kalabalık ama bir o kadarda sessiz ve sakin bir köy. İnsanlar çok cana yakın, soluklandığımız Han Kafenin sahibi Teslime Hanım, evlerinin önünde oturan teyzeler, satıcılar.. Eski bir köy ama özellikle İstanbul ve İzmir den birçok insan yaz kış demeden bu köye geliyormuş hatta bir ev alıp uzun dönem burada yaşayan insanların sayısı da az değil. Fakat yaşanılası köy, dünyanın en temiz havasına sahip olan Kaz dağlarının eteklerinde, denize iki adım mesafede sessiz ve sakin. Bir ara sokaklarda fotoğraf çekerken, deklanşör sesinden başka ses olmadığını fark ettim , eşime bir saniye durup sessizliği dinler misin dedim. Tabi bu durum bizim için tarif edilemez bir nitelikte. Gerçi Kaz Dağlarını yok etmek için uğraşanlar çok ama umarım hedeflerine ulaşamazlar. Daha sonra Yeşilyurt’a yakın Adatepe köyüne geçtik. Bu köy Yeşilyurt köyüne göre daha da yukarıda ve Yeşilyurt tan da daha sessiz bir köy. Köye gelmeden orman yolundan geçerek ulaşılan Zeus Altarını görmeden gitmek olmaz. Güzel bir orman yolundan yavaş yavaş ama derin derin nefes alarak bizi nasıl bir manzaranın beklediğinden habersiz ulaştık Zeus Altarına. Daha sonra aynı yoldan yine yavaş yavaş geri döndük, dönüşte bir teyze çeşit çeşit otlar satıyordu, tabi dayanamadım ve kekik, limon kekiği, defne yaprağı ve çay dedikleri bir ottan aldık. Çay dedikleri otun adından da anlaşılacağı üzere çay yapılıyor. Bu ot soğuk algınlığına ve boğaz ağrısına iyi geliyormuş. Bir de pet şişelerde kırmızı renkte bir sıvı vardı, merak edip ne olduğunu sorduk, kantaron yağıymış ve yaraların iyileşmesine yardımcı oluyormuş. Hem bu yağdan hem de diğer otlardan almadığıma pişman oldum doğrusu.
Dönüşte “İmece Evine “ uğradık. “İmece Evi” doğal yaşam ve ekolojik çözümler çiftliği. Deniz kenarında konumlanmış, küçük kulübelerin, dikilen ağaçların, yenilecek yiyeceklerin, temizliğin, hayvan bakımlarının bir çiftlikte yapılabilecek her şeyin gönüllüler tarafından ortaklaşa yapıldığı huzur veren bir çiftlik. Biz gittiğimizde iki kişi deniz kenarında kendi yaptıkları tahta bir masa üzerinde mısır ayıklıyorlardı, başka tarafta bir kişi keçilerle ilgileniyordu, birileri mutfakta organik sebzelerden enfes bir yemek hazırlıyordu, kısacası harikaydı, biz eşimle hayran kaldık. Mutlaka gidip görün, gönüllüsü olun derim. www.imeceevi.org
Artık yavaş yavaş akşam oluyordu, otele dönme vakti geldi. Otele döndüğümüzde akşama bir ziyafetin bizi beklediğinin sinyallerini daha kapıdan girmeden aldık. İçeriden nefis kokular geliyordu. Hava çok güzeldi onun için aldık sandalyelerimizi bahçeye çıktık. Otele henüz gelmiş olan bir çiftle ve otelimizin sahipleriyle güzel bir sohbete başladık, tabi ki garsonumuzun elleriyle yaptığı Türk kahvesi eşliğinde. Nefis yapıyor!! Akşam olmaya yüz tuttuğunda hava baya serinledi, odalardan hırkalar, yelekler, şallar indi aşağıya. Sabırsızlıkla beklenen an geldi, herkes restoranda yerini aldı. Otelimizin sahibi Defne Hanım’ın teyzesinin yaptığı harika zeytinyağlılar, ot salatası ve Yasin Bey’in pişirdiği ızgara etimizi bir güzel yedik. İlk gün çok yorgun olacağız ki otelin diğer sakinleriyle tanışamamıştık bile ama bu gece herkes bir masada toplandı, geç saatlere kadar muhabbet edildi, kartlar, adresler, telefonlar verildi. Herkes yüzünde bir gülümseme, tatilin bitmesinden dolayı içinde bir hüzün odalarına çıktı.
Böyle sessiz, böyle güzel bir yerde horoz sesiyle uyanmak , gün ışığı sızarken içeri, pencereyi azcık aralayıp o güzelim havayı derin derin içine çekmek …. Anlatamam bu güzelliği.
Bugün son gün ve biz dönmek zorundayız maalesef. Yine güzel bir kahvaltıdan sonra, Assos’un içinde küçük bir gezinti yapalım dedik, her taraf el işi örtüler, şallar, hediyelik eşya satan teyzelerle dolu, hatta bazıları fazla ısrarcı, kırmanıza da imkan yok, hepsi çok tonton. Daha sonra sokaklarda dolaşırken karşımıza küçük bir sanat evi çıktı. Değişik bir yöntemle yaptıkları tablolar ve süs eşyalarını sergilemişler, hem de satıyorlar. Hepsi çok hoştu çalışmaların. Bir tabloyu özellikle çok beğenmiştik ama biraz pahalıydı alamamıştık. Fakat daha sonra çok pişman oldum, keşke alsaydık, çok özgün bir çalışmaydı.
Kısa bir turdan sonra Taş kahvede Assos manzarası eşliğinde sakızlı türk kahvesi içtik. Daha sonra otele dönüp, eşyalarımızı toparladık, otelle vedalaştıktan sonra, hiç istemeye istemeye mümkün olduğunca yavaş hareket ederek yola koyulduk. Cd de yine İncesaz – Kalbimdeki Deniz…."
"Sabah çok çok erken saatlerde,İstanbul henüz tam uyanmamışken, alışık olmadığımız bomboş yollardan geçerek başladık yolculuğa. 1 Mayıs tatilini fırsat bilip “Assos” a gidelim dedik. Aslında bizim pek aklımızda yoktu, arkadaşlarımızla beraber gidecektik fakat son anda onların işleri çıktı, bizde programı değiştirmedik.
Birkaç gün önce hava durumuna bakmıştık Çanakkale sağanak yağışlı görünüyordu fakat buna rağmen vazgeçmedik. İyi ki de vazgeçmemişiz.
Sabah 05.40 da düştük yola. Hafif bir müzik eşliğinde (İncesaz- Kalbimdeki Deniz, yazının sonunda bir tıkla dinleyebilirsiniz.) ve tatille ilgili konuşa konuşa o kadar kısa zamanda İstanbul dan çıkmışız ki, alışkın olmadığımız bir durum tabi. 07.50 civarında Keşan Korudağı Ormanının girişindeki tesislerdeydik. Burada mis gibi orman havası eşliğinde yaptığım sandviçlerle kahvaltımızı ettik. Biz kahvaltımızı ederken hafif hafif yağmur çiselemeye başladı. Saroz’ a geldiğimizde ise sağanak yağmur başlamıştı. 08.40 da Gelibolu ya ulaşabildik, yağmurda bu arada kesildi. 09.30 gibi Lapseki ye geldik. Bu arada arabamızla ilgili bir sorun çıktı ve bir süre yola ara vermek durumunda kaldık. Bir saat aradan sonra Ezine ye ulaştık.
Yol kenarları öyle güzeldi ki papatyalar, gelincikler, mor, pembe ismini bilmediğim bir ton çiçekle doluydu. Assos a kadar da bizi takip ettiler. 11.30 gibi Assos a vardık ve bizi girişte "Aristo" karşıladı. Otelimize geldik, eski bir taş evi 7 odalı bir butik otele çevirmişler ama o kadar güzel döşemişler ki insana evindeymiş hissi veriyor. Bu arada otelimizin sahipleri Defne Joy Foster ve eşi Yasin Bey. Otel de kendinizi evde gibi onları ve diğer çalışanları da kırk yıldır tanıyormuş gibi hissediyorsunuz. Yemeklerimizi Defne Hanım’ın teyzesi yaptı, kahvelerimizi garsonumuz ve otelin her şeyi Ethem pişirdi ( harika pişiriyor). Çok güzel bir otel yapmışlar, ellerine sağlık.
Yol kenarındaki çiçeklerden
Otelin dıştan görünümü
Odamıza yerleşip, yorgunluk kahvelerimizi de içip biraz sohbetten sonra hemen antik kenti görmek istedik. Antik kente geldiğimizde acayip bir yağmur, gök gürültüsü, şimşek, neye uğradığımızı şaşırdık. Gezmek mümkün değil. Geri dönüp bir kafeye sığındık. Masalar dışarıdaydı ve üzerlerine muşambadan çadır yapılmıştı, Nasıl yağmur yağıyor, kafeden çıkmak imkansız. İki saate yakın orada kalıp yağmurun biraz dinmesini bekledik, tabi bu arada hava da soğudu. Yağmur biraz dinince hızlı adımlarla otele geri döndük. Hemen şöminenin başına geçtik, birer bitki çayıp içip şöminenin tadını çıkardık. 15-20 dk sonra yağmur dindi ve güneş açtı, Hemen antik kentin yoluna düştük tekrar ama bu sefer tedbirliydik, şemsiye ve yağmurluklarımızı aldık fakat başımıza geleceklerden habersizdik. Manzara harika ve yine çiçekler binbir çeşit. Harika fotoğraflar çektik. Biz fotğraf çekmeye dalmışken şiddetli bir rüzgar başladı bir anda ve dolu yağmaya başladı. Biz tabi neye uğradığımızı şaşırdık ama bu sefer direndik bekledik ve sonunda dolu da dindi. Yine güneş açtı ve hava ısındı birden, bizde köyü dolaşalım dedik biraz. Acayip sessiz bir yer burası, birkaç horoz ve kuşların sesinden başka ses yok neredeyse. İnsana huzur veriyor. Sokaklarda yaşlı teyzeler, amcalar, küçük çocuklar dağ kekiği, limon kekiği, şile bezi kıyafetler, örtüler, zeytinyağı, sabun ve çeşitli süs eşyaları satıyorlardı sessizce. Akşama doğru artık baya yorulmuştuk, otele dönmeye karar verdik. Biraz dinlendikten ve otelimizin sahipleri ile yaptığımız keyifli bir sohbetten sonra akşam yemeği için masamıza geçtik. İlk gece balık vardı menüde çeşitli mezeler eşliğinde yemeğimizi yedik, saat baya geç oldu restoranda sadece biz kalmıştık. Odamıza çıktık güzel bir uykudan sonra horozun ve kuşların sesiyle sessizliğe uyandık. Hava harika. Hemen toparlanıp aşağıya indik, çünkü bugün biraz uzaklara gideceğiz. Güzel bir kahvaltıdan sonra yola çıktık. İlk olarak Assos a yaklaşık 30 km uzaktaki Gülpınar köyünde bulunan Apollon Smintheus Tapınağına gittik. Tapınak Helenistik dönemde yapılmış. Çevresindeki kazı çalışmaları da halen devam ediyormuş.
Assos antik kentten bir görünüm
Yağmur öncesi kaleden görünen manzara
Antik kentin içindeki anfi tiyatro
Apollon tapınağı
Tapınağın etrafı gelincik doluydu
Yol kenarındaki şirin eşekler
Daha sonra Asya'nın en batı ucu olan Babakale köyüne geldik. Aslında gün batımının seyredilebileceği en güzel yerlerden bir tanesiymiş ama maalesef biz öğlen saatlerinde oradaydık. Babakale’den sonra rotamızı Küçükkuyu’ya çevirdik. Sahil şeridi otelerle dolu ,yolun diğer kısmı ise Kaz dağları..
Babakale
Babakaleden manzara
Son yıllarda ismi çok duyulan ve birçok ünlünün gittiği hatta Tayfun Talipoğlu nun da otel açtığı Küçükkuyu ya bağlı Yeşilyurt köyüne gittik. Kalabalık ama bir o kadarda sessiz ve sakin bir köy. İnsanlar çok cana yakın, soluklandığımız Han Kafenin sahibi Teslime Hanım, evlerinin önünde oturan teyzeler, satıcılar.. Eski bir köy ama özellikle İstanbul ve İzmir den birçok insan yaz kış demeden bu köye geliyormuş hatta bir ev alıp uzun dönem burada yaşayan insanların sayısı da az değil. Fakat yaşanılası köy, dünyanın en temiz havasına sahip olan Kaz dağlarının eteklerinde, denize iki adım mesafede sessiz ve sakin. Bir ara sokaklarda fotoğraf çekerken, deklanşör sesinden başka ses olmadığını fark ettim , eşime bir saniye durup sessizliği dinler misin dedim. Tabi bu durum bizim için tarif edilemez bir nitelikte. Gerçi Kaz Dağlarını yok etmek için uğraşanlar çok ama umarım hedeflerine ulaşamazlar. Daha sonra Yeşilyurt’a yakın Adatepe köyüne geçtik. Bu köy Yeşilyurt köyüne göre daha da yukarıda ve Yeşilyurt tan da daha sessiz bir köy. Köye gelmeden orman yolundan geçerek ulaşılan Zeus Altarını görmeden gitmek olmaz. Güzel bir orman yolundan yavaş yavaş ama derin derin nefes alarak bizi nasıl bir manzaranın beklediğinden habersiz ulaştık Zeus Altarına. Daha sonra aynı yoldan yine yavaş yavaş geri döndük, dönüşte bir teyze çeşit çeşit otlar satıyordu, tabi dayanamadım ve kekik, limon kekiği, defne yaprağı ve çay dedikleri bir ottan aldık. Çay dedikleri otun adından da anlaşılacağı üzere çay yapılıyor. Bu ot soğuk algınlığına ve boğaz ağrısına iyi geliyormuş. Bir de pet şişelerde kırmızı renkte bir sıvı vardı, merak edip ne olduğunu sorduk, kantaron yağıymış ve yaraların iyileşmesine yardımcı oluyormuş. Hem bu yağdan hem de diğer otlardan almadığıma pişman oldum doğrusu.
Yeşilyurt'ta bir ev
Yeşilyurt'ta bir evin bahçe duvarı
Adatepe köyü
Adatepe'de bir ev
Zeus altarından manzara
Dönüşte “İmece Evine “ uğradık. “İmece Evi” doğal yaşam ve ekolojik çözümler çiftliği. Deniz kenarında konumlanmış, küçük kulübelerin, dikilen ağaçların, yenilecek yiyeceklerin, temizliğin, hayvan bakımlarının bir çiftlikte yapılabilecek her şeyin gönüllüler tarafından ortaklaşa yapıldığı huzur veren bir çiftlik. Biz gittiğimizde iki kişi deniz kenarında kendi yaptıkları tahta bir masa üzerinde mısır ayıklıyorlardı, başka tarafta bir kişi keçilerle ilgileniyordu, birileri mutfakta organik sebzelerden enfes bir yemek hazırlıyordu, kısacası harikaydı, biz eşimle hayran kaldık. Mutlaka gidip görün, gönüllüsü olun derim. www.imeceevi.org
Artık yavaş yavaş akşam oluyordu, otele dönme vakti geldi. Otele döndüğümüzde akşama bir ziyafetin bizi beklediğinin sinyallerini daha kapıdan girmeden aldık. İçeriden nefis kokular geliyordu. Hava çok güzeldi onun için aldık sandalyelerimizi bahçeye çıktık. Otele henüz gelmiş olan bir çiftle ve otelimizin sahipleriyle güzel bir sohbete başladık, tabi ki garsonumuzun elleriyle yaptığı Türk kahvesi eşliğinde. Nefis yapıyor!! Akşam olmaya yüz tuttuğunda hava baya serinledi, odalardan hırkalar, yelekler, şallar indi aşağıya. Sabırsızlıkla beklenen an geldi, herkes restoranda yerini aldı. Otelimizin sahibi Defne Hanım’ın teyzesinin yaptığı harika zeytinyağlılar, ot salatası ve Yasin Bey’in pişirdiği ızgara etimizi bir güzel yedik. İlk gün çok yorgun olacağız ki otelin diğer sakinleriyle tanışamamıştık bile ama bu gece herkes bir masada toplandı, geç saatlere kadar muhabbet edildi, kartlar, adresler, telefonlar verildi. Herkes yüzünde bir gülümseme, tatilin bitmesinden dolayı içinde bir hüzün odalarına çıktı.
Böyle sessiz, böyle güzel bir yerde horoz sesiyle uyanmak , gün ışığı sızarken içeri, pencereyi azcık aralayıp o güzelim havayı derin derin içine çekmek …. Anlatamam bu güzelliği.
Bugün son gün ve biz dönmek zorundayız maalesef. Yine güzel bir kahvaltıdan sonra, Assos’un içinde küçük bir gezinti yapalım dedik, her taraf el işi örtüler, şallar, hediyelik eşya satan teyzelerle dolu, hatta bazıları fazla ısrarcı, kırmanıza da imkan yok, hepsi çok tonton. Daha sonra sokaklarda dolaşırken karşımıza küçük bir sanat evi çıktı. Değişik bir yöntemle yaptıkları tablolar ve süs eşyalarını sergilemişler, hem de satıyorlar. Hepsi çok hoştu çalışmaların. Bir tabloyu özellikle çok beğenmiştik ama biraz pahalıydı alamamıştık. Fakat daha sonra çok pişman oldum, keşke alsaydık, çok özgün bir çalışmaydı.
Kısa bir turdan sonra Taş kahvede Assos manzarası eşliğinde sakızlı türk kahvesi içtik. Daha sonra otele dönüp, eşyalarımızı toparladık, otelle vedalaştıktan sonra, hiç istemeye istemeye mümkün olduğunca yavaş hareket ederek yola koyulduk. Cd de yine İncesaz – Kalbimdeki Deniz…."
Etiketler:
adatepe,
Apoollon Smintheus,
Assos,
Babakale,
Defne Joy Foster,
han kafe,
imeceevi,
İnce saz,
kalbimdeki deniz,
Keşan koru dağı,
yeşilyurt,
Zeus altarı
3 Şubat 2012 Cuma
Dizi Seansları ve Uydurmasyon Muhallebi
Saçım tamda istediğim gibi oldu. Açıkçası hiç ihtimal vermiyordum ama işe yaradı. Bir kaç gündür umutsuz ev kadını modunda hatta "desperate housewife" ın geçmiş sezonlarını seyrederken buluyorum kendimi. İçten içe -ne yapıyorsun sen, zamanını ne diye öldürüyorsun, daha yararlı şeyler yapsana. Mesala yeni bir kitaba başladın ama henüz ikinci sayfaya bile geçemedin, bırak şu diziyide yap çayını ve gömül kitabına. Diyorum da olmuyor, yemeğimi bile dizi karşısında yiyorum resmen. Aslında hiçbir zaman dizi bağımlısı olmadım, sürekli takip ettiğim bir dizi de yok, cnbc e deki diziler dışında severek izlediğim dizi de yok. Onları da her zaman izlemem. Galiba bu yolla beynimi uyuşturuyorum ben. Kitap da görsellik yok tabi, okuyup beynimde imgeler oluşturuyorum ama ara sıra kopuyor beynim ve araya başka, düşünülesi konular sokuyor. Oysa dizi seyrederken hem okuyorum, hem dinliyorum, hem de izliyorum yani beynime pek de açık kapı bırakmıyorum. Neyse geçici bir durum olduğunu biliyorum, oluyor bazen hayatta böyle dönemler. Bu arada "Parfümün dansı" na başladım, övgüler baya fazla bu kştapla ilgili, inş. ilerleme kaydedebilirsem bende kitap hakkında birkaç cümle yazıcam. Bundan önce "Şibumi" yi okumuştum, muhteşemdi, tavsiye olunur.
Dün diziden arta kalan zamanda uydurmasyon bir tatlı yaptım, neyse ki güzel oldu...
Daha önceden buzluğa koyduğum kek kırıntıları vardı onları bugün bir şekilde kullanmaya niyetim vardı. Aslında eti puf yapacaktım fakat üşendim birazcık. O zaman muhallebi yapayım, üstüne de kek kırıntıları serpiştiririm dedim ve başladım.
Yarım kilo süt
1 Kaşık Nişasta
2 Kaşık Un
Yarım su bardağı toz şeker
1 Yumurta akı
2 Adet muz
1 Adet Dr Oetker Gourmet Şekerli Vanilin ( vanilya aromalı)
Muz ve vanilya hariç malzemeleri kısık ateşte muhallebi kıvamına gelene kadar karıştırın. Ocağın altını kapatmadan rendelenmiş muzları ilave edip biraz karıştırın. Ocaktan aldıktan sonra 8vanilyayı eklemden önce pütürsüz olsun isterseniz muzları blendırla ezebilirsiniz) vanilyayı ilave edin.
Ben üzerine kek kırıntıları ve hindistan cevizi ekledim. Biraz önce eşim yedi, muhteşem olmuş dedi ve ekledi ; üzerine çikolata sos veya damla çikolata koysaydın daha da muhteşem olurdu.....
Dün diziden arta kalan zamanda uydurmasyon bir tatlı yaptım, neyse ki güzel oldu...
Daha önceden buzluğa koyduğum kek kırıntıları vardı onları bugün bir şekilde kullanmaya niyetim vardı. Aslında eti puf yapacaktım fakat üşendim birazcık. O zaman muhallebi yapayım, üstüne de kek kırıntıları serpiştiririm dedim ve başladım.
Yarım kilo süt
1 Kaşık Nişasta
2 Kaşık Un
Yarım su bardağı toz şeker
1 Yumurta akı
2 Adet muz
1 Adet Dr Oetker Gourmet Şekerli Vanilin ( vanilya aromalı)
Muz ve vanilya hariç malzemeleri kısık ateşte muhallebi kıvamına gelene kadar karıştırın. Ocağın altını kapatmadan rendelenmiş muzları ilave edip biraz karıştırın. Ocaktan aldıktan sonra 8vanilyayı eklemden önce pütürsüz olsun isterseniz muzları blendırla ezebilirsiniz) vanilyayı ilave edin.
Ben üzerine kek kırıntıları ve hindistan cevizi ekledim. Biraz önce eşim yedi, muhteşem olmuş dedi ve ekledi ; üzerine çikolata sos veya damla çikolata koysaydın daha da muhteşem olurdu.....
Etiketler:
desperate housewife,
kek kırıntıları,
muhallebi,
parfümün dansı,
şibumi,
vanilya
26 Ocak 2012 Perşembe
Moralim bozuktu, gittim kuaföre....
Hayatımda ilk kez moralim bozuk olması sebebiyle kuaföre gideyim dedim. Genelde bayanların başvurduğu bir rahatlama çalışmasıdır ama benim daha farklı yöntemlerim vardı şimdiye dek. Fakat bu sefer hiç biri kesmedi beni, klasik yönteme başvurdum. Gittim gitmesine ama insan moralmanı fena halde bozukken çok sağlıklı kararlar veremiyormuş onu çok daha iyi anladım. Maalesef tercih ettiğim model bana hiç mi hiç yakışmadı ( üstelik kısacık kestirdim) allahtan renk güzel oldu da yoksa moral bozukluğu meselesi katlanacaktı. Her neyse birazdan kuaförün yolunu tutucam, bakalım düzeltebilecekmiyiz hem saçımı hem moralmanımı....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)