"Sabah çok çok erken saatlerde,İstanbul henüz tam uyanmamışken, alışık olmadığımız bomboş yollardan geçerek başladık yolculuğa. 1 Mayıs tatilini fırsat bilip “Assos” a gidelim dedik. Aslında bizim pek aklımızda yoktu, arkadaşlarımızla beraber gidecektik fakat son anda onların işleri çıktı, bizde programı değiştirmedik.
Birkaç gün önce hava durumuna bakmıştık Çanakkale sağanak yağışlı görünüyordu fakat buna rağmen vazgeçmedik. İyi ki de vazgeçmemişiz.
Sabah 05.40 da düştük yola. Hafif bir müzik eşliğinde (İncesaz- Kalbimdeki Deniz, yazının sonunda bir tıkla dinleyebilirsiniz.) ve tatille ilgili konuşa konuşa o kadar kısa zamanda İstanbul dan çıkmışız ki, alışkın olmadığımız bir durum tabi. 07.50 civarında Keşan Korudağı Ormanının girişindeki tesislerdeydik. Burada mis gibi orman havası eşliğinde yaptığım sandviçlerle kahvaltımızı ettik. Biz kahvaltımızı ederken hafif hafif yağmur çiselemeye başladı. Saroz’ a geldiğimizde ise sağanak yağmur başlamıştı. 08.40 da Gelibolu ya ulaşabildik, yağmurda bu arada kesildi. 09.30 gibi Lapseki ye geldik. Bu arada arabamızla ilgili bir sorun çıktı ve bir süre yola ara vermek durumunda kaldık. Bir saat aradan sonra Ezine ye ulaştık.
Yol kenarları öyle güzeldi ki papatyalar, gelincikler, mor, pembe ismini bilmediğim bir ton çiçekle doluydu. Assos a kadar da bizi takip ettiler. 11.30 gibi Assos a vardık ve bizi girişte "Aristo" karşıladı. Otelimize geldik, eski bir taş evi 7 odalı bir butik otele çevirmişler ama o kadar güzel döşemişler ki insana evindeymiş hissi veriyor. Bu arada otelimizin sahipleri Defne Joy Foster ve eşi Yasin Bey. Otel de kendinizi evde gibi onları ve diğer çalışanları da kırk yıldır tanıyormuş gibi hissediyorsunuz. Yemeklerimizi Defne Hanım’ın teyzesi yaptı, kahvelerimizi garsonumuz ve otelin her şeyi Ethem pişirdi ( harika pişiriyor). Çok güzel bir otel yapmışlar, ellerine sağlık.
Yol kenarındaki çiçeklerden
Otelin dıştan görünümü
Odamıza yerleşip, yorgunluk kahvelerimizi de içip biraz sohbetten sonra hemen antik kenti görmek istedik. Antik kente geldiğimizde acayip bir yağmur, gök gürültüsü, şimşek, neye uğradığımızı şaşırdık. Gezmek mümkün değil. Geri dönüp bir kafeye sığındık. Masalar dışarıdaydı ve üzerlerine muşambadan çadır yapılmıştı, Nasıl yağmur yağıyor, kafeden çıkmak imkansız. İki saate yakın orada kalıp yağmurun biraz dinmesini bekledik, tabi bu arada hava da soğudu. Yağmur biraz dinince hızlı adımlarla otele geri döndük. Hemen şöminenin başına geçtik, birer bitki çayıp içip şöminenin tadını çıkardık. 15-20 dk sonra yağmur dindi ve güneş açtı, Hemen antik kentin yoluna düştük tekrar ama bu sefer tedbirliydik, şemsiye ve yağmurluklarımızı aldık fakat başımıza geleceklerden habersizdik. Manzara harika ve yine çiçekler binbir çeşit. Harika fotoğraflar çektik. Biz fotğraf çekmeye dalmışken şiddetli bir rüzgar başladı bir anda ve dolu yağmaya başladı. Biz tabi neye uğradığımızı şaşırdık ama bu sefer direndik bekledik ve sonunda dolu da dindi. Yine güneş açtı ve hava ısındı birden, bizde köyü dolaşalım dedik biraz. Acayip sessiz bir yer burası, birkaç horoz ve kuşların sesinden başka ses yok neredeyse. İnsana huzur veriyor. Sokaklarda yaşlı teyzeler, amcalar, küçük çocuklar dağ kekiği, limon kekiği, şile bezi kıyafetler, örtüler, zeytinyağı, sabun ve çeşitli süs eşyaları satıyorlardı sessizce. Akşama doğru artık baya yorulmuştuk, otele dönmeye karar verdik. Biraz dinlendikten ve otelimizin sahipleri ile yaptığımız keyifli bir sohbetten sonra akşam yemeği için masamıza geçtik. İlk gece balık vardı menüde çeşitli mezeler eşliğinde yemeğimizi yedik, saat baya geç oldu restoranda sadece biz kalmıştık. Odamıza çıktık güzel bir uykudan sonra horozun ve kuşların sesiyle sessizliğe uyandık. Hava harika. Hemen toparlanıp aşağıya indik, çünkü bugün biraz uzaklara gideceğiz. Güzel bir kahvaltıdan sonra yola çıktık. İlk olarak Assos a yaklaşık 30 km uzaktaki Gülpınar köyünde bulunan Apollon Smintheus Tapınağına gittik. Tapınak Helenistik dönemde yapılmış. Çevresindeki kazı çalışmaları da halen devam ediyormuş.
Assos antik kentten bir görünüm
Yağmur öncesi kaleden görünen manzara
Antik kentin içindeki anfi tiyatro
Apollon tapınağı
Tapınağın etrafı gelincik doluydu
Yol kenarındaki şirin eşekler
Daha sonra Asya'nın en batı ucu olan Babakale köyüne geldik. Aslında gün batımının seyredilebileceği en güzel yerlerden bir tanesiymiş ama maalesef biz öğlen saatlerinde oradaydık. Babakale’den sonra rotamızı Küçükkuyu’ya çevirdik. Sahil şeridi otelerle dolu ,yolun diğer kısmı ise Kaz dağları..
Babakale
Babakaleden manzara
Son yıllarda ismi çok duyulan ve birçok ünlünün gittiği hatta Tayfun Talipoğlu nun da otel açtığı Küçükkuyu ya bağlı Yeşilyurt köyüne gittik. Kalabalık ama bir o kadarda sessiz ve sakin bir köy. İnsanlar çok cana yakın, soluklandığımız Han Kafenin sahibi Teslime Hanım, evlerinin önünde oturan teyzeler, satıcılar.. Eski bir köy ama özellikle İstanbul ve İzmir den birçok insan yaz kış demeden bu köye geliyormuş hatta bir ev alıp uzun dönem burada yaşayan insanların sayısı da az değil. Fakat yaşanılası köy, dünyanın en temiz havasına sahip olan Kaz dağlarının eteklerinde, denize iki adım mesafede sessiz ve sakin. Bir ara sokaklarda fotoğraf çekerken, deklanşör sesinden başka ses olmadığını fark ettim , eşime bir saniye durup sessizliği dinler misin dedim. Tabi bu durum bizim için tarif edilemez bir nitelikte. Gerçi Kaz Dağlarını yok etmek için uğraşanlar çok ama umarım hedeflerine ulaşamazlar. Daha sonra Yeşilyurt’a yakın Adatepe köyüne geçtik. Bu köy Yeşilyurt köyüne göre daha da yukarıda ve Yeşilyurt tan da daha sessiz bir köy. Köye gelmeden orman yolundan geçerek ulaşılan Zeus Altarını görmeden gitmek olmaz. Güzel bir orman yolundan yavaş yavaş ama derin derin nefes alarak bizi nasıl bir manzaranın beklediğinden habersiz ulaştık Zeus Altarına. Daha sonra aynı yoldan yine yavaş yavaş geri döndük, dönüşte bir teyze çeşit çeşit otlar satıyordu, tabi dayanamadım ve kekik, limon kekiği, defne yaprağı ve çay dedikleri bir ottan aldık. Çay dedikleri otun adından da anlaşılacağı üzere çay yapılıyor. Bu ot soğuk algınlığına ve boğaz ağrısına iyi geliyormuş. Bir de pet şişelerde kırmızı renkte bir sıvı vardı, merak edip ne olduğunu sorduk, kantaron yağıymış ve yaraların iyileşmesine yardımcı oluyormuş. Hem bu yağdan hem de diğer otlardan almadığıma pişman oldum doğrusu.
Yeşilyurt'ta bir ev
Yeşilyurt'ta bir evin bahçe duvarı
Adatepe köyü
Adatepe'de bir ev
Zeus altarından manzara
Dönüşte “İmece Evine “ uğradık. “İmece Evi” doğal yaşam ve ekolojik çözümler çiftliği. Deniz kenarında konumlanmış, küçük kulübelerin, dikilen ağaçların, yenilecek yiyeceklerin, temizliğin, hayvan bakımlarının bir çiftlikte yapılabilecek her şeyin gönüllüler tarafından ortaklaşa yapıldığı huzur veren bir çiftlik. Biz gittiğimizde iki kişi deniz kenarında kendi yaptıkları tahta bir masa üzerinde mısır ayıklıyorlardı, başka tarafta bir kişi keçilerle ilgileniyordu, birileri mutfakta organik sebzelerden enfes bir yemek hazırlıyordu, kısacası harikaydı, biz eşimle hayran kaldık. Mutlaka gidip görün, gönüllüsü olun derim. www.imeceevi.org
Artık yavaş yavaş akşam oluyordu, otele dönme vakti geldi. Otele döndüğümüzde akşama bir ziyafetin bizi beklediğinin sinyallerini daha kapıdan girmeden aldık. İçeriden nefis kokular geliyordu. Hava çok güzeldi onun için aldık sandalyelerimizi bahçeye çıktık. Otele henüz gelmiş olan bir çiftle ve otelimizin sahipleriyle güzel bir sohbete başladık, tabi ki garsonumuzun elleriyle yaptığı Türk kahvesi eşliğinde. Nefis yapıyor!! Akşam olmaya yüz tuttuğunda hava baya serinledi, odalardan hırkalar, yelekler, şallar indi aşağıya. Sabırsızlıkla beklenen an geldi, herkes restoranda yerini aldı. Otelimizin sahibi Defne Hanım’ın teyzesinin yaptığı harika zeytinyağlılar, ot salatası ve Yasin Bey’in pişirdiği ızgara etimizi bir güzel yedik. İlk gün çok yorgun olacağız ki otelin diğer sakinleriyle tanışamamıştık bile ama bu gece herkes bir masada toplandı, geç saatlere kadar muhabbet edildi, kartlar, adresler, telefonlar verildi. Herkes yüzünde bir gülümseme, tatilin bitmesinden dolayı içinde bir hüzün odalarına çıktı.
Böyle sessiz, böyle güzel bir yerde horoz sesiyle uyanmak , gün ışığı sızarken içeri, pencereyi azcık aralayıp o güzelim havayı derin derin içine çekmek …. Anlatamam bu güzelliği.
Bugün son gün ve biz dönmek zorundayız maalesef. Yine güzel bir kahvaltıdan sonra, Assos’un içinde küçük bir gezinti yapalım dedik, her taraf el işi örtüler, şallar, hediyelik eşya satan teyzelerle dolu, hatta bazıları fazla ısrarcı, kırmanıza da imkan yok, hepsi çok tonton. Daha sonra sokaklarda dolaşırken karşımıza küçük bir sanat evi çıktı. Değişik bir yöntemle yaptıkları tablolar ve süs eşyalarını sergilemişler, hem de satıyorlar. Hepsi çok hoştu çalışmaların. Bir tabloyu özellikle çok beğenmiştik ama biraz pahalıydı alamamıştık. Fakat daha sonra çok pişman oldum, keşke alsaydık, çok özgün bir çalışmaydı.
Kısa bir turdan sonra Taş kahvede Assos manzarası eşliğinde sakızlı türk kahvesi içtik. Daha sonra otele dönüp, eşyalarımızı toparladık, otelle vedalaştıktan sonra, hiç istemeye istemeye mümkün olduğunca yavaş hareket ederek yola koyulduk. Cd de yine İncesaz – Kalbimdeki Deniz…."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder