16 Kasım 2011 Çarşamba

Kara Kedinin Gölgesinden..

" Hafızadan silinen her anı, biraz daha özgürleştiriyor insanı.."

Yekta Kopan'ın "kara kedinin gölgesi" adlı kitabından....

27 Ekim 2011 Perşembe

VAN

Pazar gününden beri gözümü tv den alamıyorum. Gözlerim şişti artık kendimi tutamıyorum, bir yandan da gribim, iyice dağıldım. Dün kar başladı orada ve hala çadırları olmayan bir sürü insan var, olsa da çadırlar onları nereye kadar idare edecek, sonuçta bir tente yalnızca. Oralarda kış şartları çok çok ağır yaşanıyor ve hala yetkililerin tam anlamıyla yardım ulaştıramadıkları köyler var. Kar yağınca yollar kapanınca ne olacak, depremden kurtuldular kar yüzündenmi ölecekler. Askeriye nerede ?? her zaman ilk askeriye koşturur, büyük çadırlar açar (zira onlarda her koşulda kullanılabilecek çadırlar mevcuttur), mutfaklar, hastaneler kurar.
İnsanlar depremden kurtulup seyyar hastanelerde yeterli müdahale yapılamadığı için maalesef kurtarılamıyor. Kimbilir buradan göremediğimiz, anlamadığımız, bilmediğimiz neler oluyor şu anda Van da. Yıllar sonra hepsi bir şekilde ortaya çıkar ve biz şaşar kalırız.

Milyonlarca lira yardım toplandı ne olacak bu paralar ?? yine birileri yiyecekmi, oradaki insanlara faydalı olacak mı ?? eski tecrübelere dayanarak bu konuda da maalesef umutsuzum. Umarım bir an önce (kış iyice gelmeden) yardımlar en doğru şekilde oradaki insanlara ulaşır ve köylerdeki insanlar bir an evvel merkezlere getirilir.

20 Ekim 2011 Perşembe

13 Ekim 2011 Perşembe

Kayısılı Toplarla Merhaba...

Tatiller, bayram, düğünler ve tembellikler sonrası herkese merhaba..

Baya uzun ara vermişim bu sefer. Aslında yazacak çok mevzu olmasına rağmen nedense elim kaleme (klavyeye diyelim) gitmedi bir türlü, hergün blogumu ve diğer tüm takip ettiğim blogları ziyaret ettim fakat yazı yazamadım. Neyse tatlı mı tatlı bir tarifle günaydınlar olsun efenim..

Bir kaç gündür hergün aynı tatlıyı yapıyorum neden mi çok hafif ve sağlıklıııı olmasının yanı sıra eşim tarafından fazlaca övgü alması yüzünden elbette. Bir tv programında diyetisyen Gül Kaynak tarafından verilen bir tarif aslında ama ben biraz değiştirdim. Yapımı inanılmaz kolay, yemesi ise bir o kadar zevkli, hadi buyrun afiyetler olsun..

7-8 adet kayısı ( asıl tarifte "hurma " vardı ama bence incirde çok güzel olur ))
10-12 adet fındık (ceviz olur fıstık olur evde ne varsa)
7-8 adet badem ( mutlaka! çok yakışıyor)
1 şeker kaşığı tarçın
1 şeker kaşığı hindistan cevizi
1 damla sakızı ( bende macunu vardı 1 yemek kaşığı kullandım)
1 kaşık keçi boynuzu pekmezi ( asıl tarifte keçi boynuzu tozu vardı)

Hepsini rondoda bir güzel eziyoruz (en sonunda bozdum rondoyu,hergün son sürat çalışırsa olcağı buydu). Sonrasında elimizle küçük toplar yapıp çukur bir kapta hindistan cevizi, fındık, fıstık neye istiyorsak bir güzel buluyoruz, çok da hoş bir görüntüsü oluyor.

27 Haziran 2011 Pazartesi

İzmir'e Devam...

Nasıl güzel topraklarda yaşıyoruz biz, ne cümbüşlü topraklar, ne çok melez topraklarımız bizim.. Onca medeniyet gelmiş geçmiş bu topraklardan, izleri silinmeden. Hepsinden küçük büyük bir sürü miras kalmış bizlere, kıymetini çoğu zaman bilememişsek ve hala bilemiyorsak da.. hepsi görülmeye, öğrenilmeye, yaşanmaya değer..

İzmir ve çevresinde de sahip çıkılması gereken o kadar çok miras var ki. Bir önceki yazımda ballandıra ballandıra anlattığımTeos Antik Kentinden sonra "Ildırı" köyünde bulunan "Erythrai" antik kentinden bahsetmek istiyorum. Bir kere antik kentin bulunduğu köy muhteşem, gidilesi yaşanası bir yer. Çeşmeye 26 km uzaklıkta. M.Ö 500 lü yıllarda Giritliler tarafından kurulmuş bir kent, daha sonraları Likyalılar, Karyalılar ve Pamphylialılara da ev sahipliği yapmış. Erytrhol tiyatrosu, Atena tapınağı, helenistik roma dönemi villaları, su kemerleri ve surlar çok belirgin olmasa da kalıntıları görülebiliyor fakat tapınak şeklindeki mezar kalıntılarının bir kaçı neredeyse hiç bozulmadan çıkarılmış. Kente giden yol bir enginar tarlasından geçiyor, daha önce hiç enginar tarlası görmemiş olduğum için bu kısım benim ilgimi çok çekti açıkçası fakat enginarlar güneşten kavrulmuşlardı. Kimsecikler yoktu bizden ve oranın ev sahiplerinden başka, yukarı doğru baya tırmanmak gerekiyor fakat dinlenerek çıkmalı zira sıcak havada zorlanıyor insan.Tepede manzara müthiş
aşağıya inmek istemiyorsunuz ama ben biraz ödlek olduğum için pek fazla kalamadık aynı yoldan aşağıya indik.

Zamanımız kısıtlı olduğu için köyde de pek vakit geçiremedik ne yazık ki. Su almak için durduğumuzda köyde huzur verici bir sessizlik ve kokunun hüküm sürdüğünü fark etmemek mümkün değildi.Öylece kalmak istiyorsunuz o sessizliğin orta yerinde ama mümkün değil bizim acelemiz var... İstanbul'dan geldik biz...

                                                             Tiyatronun merdivenleri

                                                                   Athena Tapınağı

                                                          

                                             

                                                   Antik kentten görülen manzara

1 Haziran 2011 Çarşamba

GÜZEL İZMİR..

        
                                                                           TEOS


                                                                         SIĞACIK

Dört günlük İzmir gezimizden çok güzel anılarla döndüm. Kısa zamanda çok fazla yer görme şansımız oldu hızlandırılmış da olsa. Alaçatı, Çeşme, Ildırı ( muhteşem bir köy, özel olarak anlatmak gerek ), Seferihisar, Sığacık, Teos Antik Kenti, Bademler ve İzmir'in içindeki önemli yerler..
Hepsi ile ilgili bir sürü anekdot not ettik; Seferihisar gerçekten "Citta Slow" bunu yaşayarak daha iyi görmüş olduk. Arkadaşlarımızın her zaman alış veriş yaptıkları balıkçıdan balığımızı seçtik, ayıklanınca alıp gideceğiz ya dediler oturun bir çay ikram edelim, peki dedik oturduk. Aheste aheste çayımızı yudumladık bu arada etraf sessiz, aslında ses var ama yok sanki. Çayımız bitti biz oturuyoruz ama halimizden o kadar memnunuz ki balık aklımıza bile gelmiyor. Sonra telefon çalınca balıkları hatırladık ve eşim içeri gidip sordu. Meğerse balıklar çoktan ayıklanmış, biz oturuyoruz diye birşey söylememişler. İstanbul' da hatta birçok yerde balıkçılar ne kadar hızlıdır bilirsiniz, ayıklama kuyruğuna felan girersiniz, kimse de çay ikram etmez ama.. Hani bir hikaye var ya işte o hikayedeki yerli gibi orada yaşayanlar da ruhlarını geride bırakmıyorlar, onunla beraber yaşıyorlar..

Balıkları beklerken sanırım ruhumuzda yetişti bize ve sonra gittiğimiz " Teos " antik kentinde ruhumuzla bütünleştik. Öyle büyülü bir yer ki, insan orada kıpırtısız bir şekilde kalmak istiyor, doğayı ürkütmekten korkuyosunuz adeta. Aslında antik kentten geriye pek birşey kalmamış ama kalanlara da çok sahip çıkılmamış maalesef fakat o kadar huzur verici bir yer ki, zeytin ağaçlarının ortasında, çiçek kokularının arasında, kuş cıvıltılarının altında, sadece doğanın sesinin duyulduğu insanı büsbütün kendinden geçiren bir yer. Yüzyıllar (M.Ö 1000) öncesinden kalmış o taşlara dokunmak, onların arasında gezinmek mucize gibiydi...

Şimdilik bu kadar anlatabileceğim sanırım... devamı var...

20 Mayıs 2011 Cuma

MERALSANATEVİ SÜPRİZ HEDİYE ÇEKİLİŞİ

Blogları dolaşırken bir hediye çekilişi haberi aldım. Blog dünyasında çok aktif değilim ama bloglar arasında yaşanan hediyeleşmeler, mimler, buluşmalar çok hoşuma gidiyor, ne güzel insanların birbirlerini tanımadan böyle paylaşımlarda bulunabilmeleri. Hediye süpriz yalnız, çok merak ettim doğrusu..

Çekilişe katılmak için  meralsanatevi.blogspot.com  u ziyaret edebilirsiniz..

İyi hafta sonları...

Hafta sonuna bir kala..

Bugünde yağmur var, hava isli puslu, kasvet veriyor. Bu kasveti yok edecek birşeyler yapmak lazım. Yoksa hafta sonuna da bulaşır maazallah !! düşünelim bakalım...

Biraz umut, biraz neşe, biraz çalışmak, bir merhaba, bir kahve belki sonra...

Aşağıdaki yüzük ortak bir beğeni sonucu parmaklarımızda yerini buldu, çok da mutlu etti sahiplerini...

19 Mayıs 2011 Perşembe

Bu Bahar

Bloglar açıldı ama ben hala yazı yazamadım. Gerçi herkes kapalı olmasına rağmen bir şekilde yazısını yazmış bunca zaman boyunca, ne güzel...

Gel gelelin ben neden yazamıyorum; bahardanmıdır nedir üzerimde bir ağırlık bir mutsuzluk bir umutsuzluk, külçe gibiyim sanki, oturduğum yerde zaman aksın, geçsin gitsin ve ben öylece kalayım istiyorum. Bahar neşe vermezmiydi insana ne oldu ki bu bahar ben böyleyim ?? belki de işsizlik ve beklenen bebeğimizin bir türlü gelmeyişi artık son safhaya geldim herhalde, içim taştı.

Laleleri görmekte bile geç kaldım bu bahar, gittiğimde hepsi solmuştu artık. Bugün 19 mayıs ve yine yağmur var, niye her 19 mayısda yağmur yağar ki sanki, çocuklar ağız tadıyla yaşayamazlar bir türlü.

Neyse baharın bitmesine az kaldı, yaz başka türlü gelir belki de hiç ummadığım bir anda, umutsuz yaşanmıyor ki...

Geçen senelerden bir lale bahçesi..

1 Mart 2011 Salı

BLOGUMA DOKUNMA

Bazı bloglarda maç yayını yapıldığı gerekçesiyle blogspot/blogger uzantılı bazı bloglar yasaklanmış. Blogspot un da tamamen yasaklanacağına dair bazı söylemler var, tam olarak anlayabilmiş değilim. Takip ettiğim bloglar ve bu blogların listesindeki bloglara girilebiliyor şu anda ama eğer tamamiyle yasaklanırsa bu çok aptalca bir iş olur doğrusu. Bana göre blogların büyük bir kısmı çok faydalı ve sahipleri tarafından özenerek hazırlanıyor. Aslında en önemlisi hem yazanlarını hem okuyanlarını mutlu ediyor. Düşünsenize birbirini hiç tanımayan insanlar bloglar sayesinde neler paylaşıyorlar. Sabahları bilgisayarımı açtığımda ilk yaptığım iş takip ettiğim bloglara bir göz atmak oluyor, yada saat 10 gibi elimde yeşil çayımla keyifle bloglarımı okumak, inanılmaz mutlu ediyor beni. Eğer gerçekten bunca insanı mutlu eden birşeyi yasaklamayı düşünüyorlarsa çok ama çok büyük bir yanlış yaparlar. Konu ile ilgili facebook ve twittterda da sanırım bir sayfa açılmış, böyle bir yasaklamaya karşı olan herkesin tepkisini göstermesi gerekiyor diye düşünüyorum.

28 Şubat 2011 Pazartesi

El emeği göz nuru

El becerileri konusunda çok yetenekli biri değilim ama azcık olsun isterdim doğrusu. Geçen hafta ton ton bir teyzeyle tanıştım, kadıncağız iki dakika boş durmuyor, çay içiyoruz, konuşuyoruz ama elindeki boncukları ipleri bir saniye bırakmıyor maşallah. Çok da güzel takılar yapıyor bayıldım, dayanamadım kendime, anneme, ayçaya bir sürü takı aldım. Bu ton ton teyze hazırladığı takıları dört mağazaya satıyormuş ve en sonunda da geliniyle beraber İzmir Kızlarağası'nda bir mağaza açmışlar. Kadıncağız çoğu insanın unumu eledim eleğimi astım diyip bir kenara çekildiği yaşta ve yaşadığı ciddi sıkıntılara rağmen hayat dolu. Benim çok çabuk gardım düştüğü için herhalde böyle insanlara bayılıyorum.

Yine geçen hafta sonu boyası yeni kurumuş, el emeği göz nuru çok güzel bir hediye aldım. Eniştem bana harika ferforje bir şamdan yapmış. Uğraşmış, düşünmüş, maharetini göstermiş sağolsun. Eniştem demirci ustası aslında ama çok yaratıcı bir insan. Demirle resim yapıyor, farklı farklı objeler yapıyor, kadın portreleri yapıyor, içinde var çünkü bir şekilde çıkıyor ortaya işte..

16 Şubat 2011 Çarşamba

Kafam çok karışık..

Kafam çok karışık, içim çok sıkıntılı, birazda umutsuzum bu günlerde...

Tv programları, gazeteler, dergiler, bloglar.. hepsinde mısır şurubu, gdo, yapılan- yapılacak olan hes ler, obez çocuklar, artan kanser vakaları ile ilgili haberler, yazılar. Okudukça, dinledikçe daha da umutsuzlaşıyorum. Bunların tek sebebi tüketmek daha çok tüketmek fikri maalesef. İhtiyacımızın çok çok üstünde tüketiyoruz ne yazık ki, dolayısıyla dünyada açlıkla boğuşan insanların ve geleceğimizin yaşama hakkını gasp ediyoruz. Tükettikçe bencilleşiyoruz ve bence çirkinleşiyoruz. Umarım çok geç olmadan uyanır ve insanca yaşamaya geri dönebilriz..

7 Şubat 2011 Pazartesi

Sağlık gibisi yok...

Bir haftayı geçti ama ben hala tam olarak iyileşebilmiş değilim. Bütün direnmelerime rağmen sonuçta ilaç almak zorunda kaldım maalesef. Herhalde hayatımda ilk kez bu kadar uzun süren bir soğuk algınlığı yaşadım. Ciğerlerimi üşütmüşüm. Nerede üşüttüm anlam veremiyorum, doğru düzgün evden çıktığım yok son zamanlarda, çıksamda üşüngeç bir insan olduğum için sıkı sıkı giyinirim. Demek ki farkedemedim. Çok şükür ki bugün daha iyiyim, evimi temizleyip ( yavaş yavaş da olsa) yemeğimi yapabildim. Fakat acayip yoruldum doğrusu, normalde banamısın demez bu işler.

Şunu birkez daha anladım ki sağlığımız dünyada sahip olduğumuz en değerli hazinemiz. Sağlık, sağ olmak demek yani kalan anlarımızı anlayarak yaşamak için ona ihtiyacımız var, değerini bilip, iyi bakalım sağlımıza..

Herkese sağlıklı günler diliyorum..

2 Şubat 2011 Çarşamba

Allı turnalar..


Turna diyince insanın yüreğinde bir yumuşama, yüzünde bir gülümseme, gözlerinde bir umut beliriverir. Sanki turna kuşu bir yerlerden çıkıp gelecek güzel haberlerle ve benim yüzümü güldürecek. Sanırım bana bu hissi yaşatan yıllarca dinlediğim hikayeler, efsaneler ve türküler.

Turna birçok kültürde efsanelere konu olmuş bir kuş türü. Hemen hemen bütün kültürlerde de şans, refah ve umut kuşları olarak anılıyor. Uzak doğu kültüründe ise kutsal kuş olarak kabul ediliyor.

Hepsi çok güzel kuşların, gökyüzünde süzülüşleri, ötüşleri, ürkek bakışları, sert çıkışları.. ama biliyormusunuz ülkemizdeki turna kuşları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Şu an kuş gözlemcilerine göre ülkemizde ondan daha az turna kuşu kalmış. Bunun yanı sıra bir çok kuş türünün nesli tükenmiş çoğuda tehlike altında.

Türkiye, doğayı yok etmede avrupa birincisi olmuş maalesef. Yapılan bilimsel çalışmalar bunun en büyük nedeninin de barajlar ve hes  ler olduğunu gösteriyormuş, barajlar ve hes ler nedeniyle yok olan sulak alan miktarı da marmara denizi kadarmış, yok olan bitki türleri, kesilen ağaçlar dolayısıyla nesli tükenmeye başlayan hayvanlar bitkiler de cabası.

Hes ve baraj yapımına bu hızla devam edilirse, ne bir kuş cıvıltısı duyacağız, ne gölgesinde soluklandığımız bir ağacımız olacak, ne kana kana içitiğimiz suyumuz, ne de tadına doyamadığımız mis kokulu meyvelerimiz kalacak...

Çok üzücü bir durum, biraz dramatik anlattım ben ama bu çok ciddi bir konu tabiki. Herkesin bu konuda duyarlı olması gerektiğini düşünüyorum.

Turnalar yok olmasın...

Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle....

31 Ocak 2011 Pazartesi

Bir gece çantası hikayesi


Her zaman bir gece çantası sıkıntısı yaşarım ben. Herkesde ve heryerde birbirine benzer çantalar var. Çok güzel ve orjinallerde var elbette ama onlarda çok pahalı maalesef. Var olan gece çantalarımı evirip çevirip kullanıyorum bir şekilde. Biz kadınlar için önemli bir aksesuar ne de olsa. 

Bu sıralarda da nişanlar, düğünler, yemekler üst üste geldi. Bende kendime gece çantası yapmaya karar verdim. Gittim en yakın yüncüye şöyle simli güzel bir ip seçtim bir de şiş ( normalde örgü yapmadığım için hiç şiş yok evde) aldım. İlk önce tasarladım, boyu böyle olsun, tokası şöyle olsun, astarı bu olsun derken bir taslak oluştu kafamda ve başladım örmeye. Haruşa olarak istediğim boyda ördüm, evde eskiyen bir t-shirt ümü de astar olarak kestim. Astarını diktim elimle bu arada düzgün durması için evdeki eski röntgen filmleri kullandım. Yani astarın altına bir filmi uygunca kesip astarı üzerine diktim. Uçlarada çıt çıt, tokacıdan aldığım tokayıda kapağına kondurdum. Oldu bana güzel bir gece çantası. Tek sorun film ve çıt çıt çok kullanışlı olamdı, olsun onların yerine daha kullanışlı malzemelerle yaparsam süper düper olacak valla, kullanmak için sabırsızlanıyorum doğrusu. Belki geliştirir http://www.pasaj.com/ da satışa sunarım kimbilir.

30 Ocak 2011 Pazar

Karar zamanlarım..

İki sene önce çok ağır bir gribe yakalanmıştım. Kesinlikle antibiyotik içmek istemediğim için de bildiğim ne kadar bitkisel yöntem varsa uygulamıştım. Tam o sıralarda da işden yeni ayrılmış ve bu duruma alışmaya çalışan, ne yapsam diye her tarafa atılan bir işsizdim. İşte o günlerde aklıma gelmişti bir blog açmak. İlk zamanlar bloga düzenli yazıyordum fakat sonrasında biraz boşladım ve çok seyrek yazmaya başladım. Bu durum canımı sıkmıyor değil ama..

Bugünlerde yine iki sene öncekine yakın şiddette bir gribe yakalanmış durumdayım daha doğrusu eşimle beraber yakalanmış durumdayız. Eşim bir koltukta ben bir koltukta yatıyoruz ve yine bildiğimiz tüm bitkisel yöntemleri uygulayıp, bol protein, c vitamini alıp güçlü olmaya çalışıyoruz. O günlerde nasıl blog açmaya karar verdiysem şimdi de bloğuma düzenli olarak yazmaya kesinlikle karar veriyorum. Umarım bu kararımı uygulayabilirim. Aslında sürekli yazarım, yazıya dökmesem bile içimden yazarım ama bunları paylaşmak konusunda biraz tembelim sanırım.

Neyse bugünden itibaren düzenli yazılara başlıyorummm...

Bu arada yine eşim benden daha iyi olduğu için (maşallah ) yemeğimizi hazırlıyor, çaylarımızı yapıyor sağolsun.. iki güne kalmaz iyileşiriz herhalde.

27 Ocak 2011 Perşembe

MİNİ MANDALİNA AĞACIMIZ



Fotoğrafda görmüş olduğunuz küçücük yaprakları olan çiçek, evimize yeni taşındığımızda kardeşim ve eşinin bize hediye ettiği, dalları meyve dolu bir mini mandalina ağacıydı. Bakım talimatlarına uyarak güneş alan bir yere yerleştirdik ve on beş günde bir de suyunu verdik. Fakat bir süre sonra mandalinalar kopup kopup düştü bizde yerini sevmediğini düşünerek güneş alan  başka bir yere koyduk ama ne yazıkki yeni yeride iyi gelmedi mandalinamıza ve zamanla yaprakları dökülemeye başladı en son olarak da dalları kurudu. Çok üzüldük tabi bu duruma. Ne yapalım diye düşünürken, birgün babam bize geldi ve çiçeğin halini gördü. -Biz atacağız ne yapalım baba dedik ona o da -bir şans daha verelim bakalım dedi. Hemen kolları sıvadı. İlk önce gittik büyük boy bir saksı aldık sonra babam bir güzel budadı ve yeni saksısına yerleştirdi. Bir de vitamin aldık. Çiçeğimiz iki hafta sonra bir baktık açmaya başlamış . Babam olmasa herhalde atmak zorunda kalacaktık. Şimdi o kadar güzel görünüyorki ona baktıkça mutlu oluyorum. Teşekkürler babacığım...