29 Nisan 2010 Perşembe

Hafta Sonu Tatili...

Yağmurlu bir günde düştük yollara...

Şehrin hengamesinden 2 günlüğüne de olsa kaçalım diyerekten, uzun zamandır görmek istediğimiz ama bir türlü fırsatını bulup da gidemediğimiz " yedi göller milli parkına" gittik.

İlk gün sabah erkenden çıktık yola ve öğlene doğru yedigöller yakınındaki pansiyonumuza ulaştık. Aslında pansiyon demek istemiyorum, daha çok konuk evi tarzında bir yer. 3 küçük taş ev ve 3 adet bungalovdan oluşan, bungalovlarla evlerin arasından küçük bir derenin aktığı, bir ormanın hemen yanıbaşında, alabildiğine sessiz, yalnızca doğanın sesini duyabildiğiniz harika bir mekan, Hindiba Pansiyon. Mutlu Tönbekici' nin, bir gazetenin pazar ekindeki yazısından düşmüştü aklımıza. Sonrasında internet sitesini (http://www.hindibapansiyon.com.tr/ ) incelediğimizde de mutlaka gitmemiz gerektiğini düşünmüştük. Hakikaten de hoş, sıcak bir ortam, tavsiye edilir.




İlk gün pansiyonda biraz vakit geçirdikten sonra, ormanda kısa bir yürüyüş yaptık ve akşam yemeği için pansiyonumuzun küçük restoranına geldik. Uzun süren bir akşam yemeğinden sonra, güzel bir uyku çekip, sabah erkenden de kahvaltımızı edip, yedigöllere gitmek üzere yola çıktık.

Yola çıktık çıkmasına ama yol o kadar bozuk ve virajlıydı ki oraya vardığımızda epeyce sarsılmıştık. Hafta içi olmasından dolayı kimsecikler yoktu, görevliler ve bizim dışımızda 2 çift bir de kamp yapan bir grup vardı.
Sadece kuşların, yağmurun ve yağmur damlalarının düştükleri yerde ortaya çıkan o hoş ses.. başkaca hiçbir ses yok, öyle kaptırdık ki kendimizi sessizliğe, bir ara fısıltıyla konuştuğumuzu farkettik.

Yedigöller, heyelan sonrası oluşmuş yedi küçük ölçekli set gölünden oluşuyor. Biz mevsimden dolayı çok fark edemesek de çok zengin bir bitki örtüsüne sahipmiş ve birçok yabani hayvanında yuvasıymış. Çok görkemli, muhteşem ağaçlar vardı, bunlardan en ilginci de "pisagor" adı verilen üçgen şeklini almış ağaçdı. Sağanak yağışa rağmen göllerin etrafında dolaşmak, ağaçların görkemini seyretmek, sessizliği dinlemek harikaydı.
Ayrıca milli park içerisinde 4 adet bungalov da var, isterseniz kiralayabiliyorunuz. Milli parkın sorumluluğu ihale ile özel bir firmaya verilmiş, onlarda çeşitli tesisler inşa ediyorlardı, doğaya zarar vermeden yapacaklarını söylediler bize, umarım öyle olur.
O kadar yağmura rağmen hiç ayrılmak sitemedik, bol bol fotoğraf çektik ve kesinlikle bungalovlarda bir hafta sonu kalmaya karar verdik.








Daha sonra milli parkın yukarısında ( ama baya yukarısında) 1200 m de bulunan seyir tepesine gitmek üzere yedigöllerden ayrıldık. Seyir tepesine gelmeden bir sis bastırdı ki, neredeyse önümüzü göremez olduk. Etraftaki ağaçlarda hep yosun kaplıydı, tam bir gerilim filmi sahnesi... Tepede sisten pek birşey göremedik ama görünen bile harikaydı. Bu tepenin biraz ilerisinde de " Kapankaya seyir terası" adı verilen bir yer daha var, hadi orayı da görmeden gitmeyelim dedik ama oraya çıkar çıkmaz da bir kar bastırdı, maalesef geri dönüşümüzü de düşünerek, çok fazla kalamadık.





Bu arada yedigöllere giderken yanınıza mutlaka yiyecekler birşey almalısınız, çünkü yemek yiyebileceğiniz hiçbir yer, hatta küçük bir büfe gibi birşey bile yok. Pansiyon çalışanları parka gelmeden Dirgine isimli kasabadan yiyecek birşeyler alabileceğimizi söylemişlerdi fakat bu isim kasabanın eski ismiymiş, o yüzden biz kaçırdık burayı ve dolayısıyla biraz aç kaldık. Bu arada yeni ismi Yazıcık' mış, dönüşte uğrayıp birşeyler yedik. Aç ama muhteşem bir günü güzel bir akşam yemeği ve ateş başı sohbeti ile sonlandırdık.
Ertesi gün öğlen saatlerinde dönüş yoluna geçtik ama canımız hiç dönmek istemiyordu, bir tesisde durup, internetten yakınlarda gidilebilecek bir yerler araştırdık. Aslında daha önce İznik'e gitmeyi planlamıştık ama sonra birazda benden kaynaklı olarak vazgeçmiştik. Araştırmalarımız sonucunda tam İstanbul'a dönmeye karar vermişken, Pamukova sapağında ani bir karar değişikliği ile rotamızı İznik'e çevirdik. Tabi bu arada saat de epeyce olmuştu. Oraya vardığımızda saat 16.30 du ve İznik müzesinin kapanmasına sadece yarım saat kalmıştı. Koştur koştur müzeyi gezdik, sonra yine koştur koştur Ayasofya' yı gezdik saatle ilgili sorunu çözmüş olduk böylece. Sonrasında Yeşil camii yi, şehrin dört bir yanındaki kapıları ve Roma tiyatrosunu da ziyaret ettikten sonra sıra dünyaca ünlü İznik çinilerini görmeye geldi. Birçok çinici çarşısı var. Biz iki tanesini gezebildik ama bakmaya doyamadık doğrusu. Nasıl ince, güzel bir sanattır, ne emektir o, özellikle bazı desenler var ki muhteşem. İnsan kendini kaybediyor, başka yerlere gidiyorsunuz adeta.



Aynı zamanda çok verimli topraklara sahip, dört bir yanı zeytin ve meyve ağaçları ile çevrili. Çok sıcak, çok naif ve eski surların arasına sıkışmış bütün yeni yapılara rağmen buram buram tarih kokan bir yer İznik. Mutlaka görülmeli..