7 Aralık 2010 Salı
Minik Afacanlar..
14 Haziran 2010 Pazartesi
13 Mayıs 2010 Perşembe
Gülümüz açtı...
Yaklaşık üç hafta önce annemle babam Adapazarı'ndan getirdiler, 4 tane tomucuğu vardı bize geldiğinde. O günden beri ne zaman açacak diye heyecanla bekliyorum, nihayet dördüde açtı. Açtıklarını gördüğümde yaşadığım heyecan ve mutluluğu anlatamam. Bir çiçeğin insanı böylesine mutlu edebilmesi ne büyük saadet. Çok güzeller, aman maşallah!!!, nazar değmesin...
29 Nisan 2010 Perşembe
Hafta Sonu Tatili...
Yağmurlu bir günde düştük yollara...
Şehrin hengamesinden 2 günlüğüne de olsa kaçalım diyerekten, uzun zamandır görmek istediğimiz ama bir türlü fırsatını bulup da gidemediğimiz " yedi göller milli parkına" gittik.
İlk gün sabah erkenden çıktık yola ve öğlene doğru yedigöller yakınındaki pansiyonumuza ulaştık. Aslında pansiyon demek istemiyorum, daha çok konuk evi tarzında bir yer. 3 küçük taş ev ve 3 adet bungalovdan oluşan, bungalovlarla evlerin arasından küçük bir derenin aktığı, bir ormanın hemen yanıbaşında, alabildiğine sessiz, yalnızca doğanın sesini duyabildiğiniz harika bir mekan, Hindiba Pansiyon. Mutlu Tönbekici' nin, bir gazetenin pazar ekindeki yazısından düşmüştü aklımıza. Sonrasında internet sitesini (http://www.hindibapansiyon.com.tr/ ) incelediğimizde de mutlaka gitmemiz gerektiğini düşünmüştük. Hakikaten de hoş, sıcak bir ortam, tavsiye edilir.
İlk gün pansiyonda biraz vakit geçirdikten sonra, ormanda kısa bir yürüyüş yaptık ve akşam yemeği için pansiyonumuzun küçük restoranına geldik. Uzun süren bir akşam yemeğinden sonra, güzel bir uyku çekip, sabah erkenden de kahvaltımızı edip, yedigöllere gitmek üzere yola çıktık.
Yola çıktık çıkmasına ama yol o kadar bozuk ve virajlıydı ki oraya vardığımızda epeyce sarsılmıştık. Hafta içi olmasından dolayı kimsecikler yoktu, görevliler ve bizim dışımızda 2 çift bir de kamp yapan bir grup vardı.
Sadece kuşların, yağmurun ve yağmur damlalarının düştükleri yerde ortaya çıkan o hoş ses.. başkaca hiçbir ses yok, öyle kaptırdık ki kendimizi sessizliğe, bir ara fısıltıyla konuştuğumuzu farkettik.
Yedigöller, heyelan sonrası oluşmuş yedi küçük ölçekli set gölünden oluşuyor. Biz mevsimden dolayı çok fark edemesek de çok zengin bir bitki örtüsüne sahipmiş ve birçok yabani hayvanında yuvasıymış. Çok görkemli, muhteşem ağaçlar vardı, bunlardan en ilginci de "pisagor" adı verilen üçgen şeklini almış ağaçdı. Sağanak yağışa rağmen göllerin etrafında dolaşmak, ağaçların görkemini seyretmek, sessizliği dinlemek harikaydı.
Ayrıca milli park içerisinde 4 adet bungalov da var, isterseniz kiralayabiliyorunuz. Milli parkın sorumluluğu ihale ile özel bir firmaya verilmiş, onlarda çeşitli tesisler inşa ediyorlardı, doğaya zarar vermeden yapacaklarını söylediler bize, umarım öyle olur.
O kadar yağmura rağmen hiç ayrılmak sitemedik, bol bol fotoğraf çektik ve kesinlikle bungalovlarda bir hafta sonu kalmaya karar verdik.




Daha sonra milli parkın yukarısında ( ama baya yukarısında) 1200 m de bulunan seyir tepesine gitmek üzere yedigöllerden ayrıldık. Seyir tepesine gelmeden bir sis bastırdı ki, neredeyse önümüzü göremez olduk. Etraftaki ağaçlarda hep yosun kaplıydı, tam bir gerilim filmi sahnesi... Tepede sisten pek birşey göremedik ama görünen bile harikaydı. Bu tepenin biraz ilerisinde de " Kapankaya seyir terası" adı verilen bir yer daha var, hadi orayı da görmeden gitmeyelim dedik ama oraya çıkar çıkmaz da bir kar bastırdı, maalesef geri dönüşümüzü de düşünerek, çok fazla kalamadık.


Bu arada yedigöllere giderken yanınıza mutlaka yiyecekler birşey almalısınız, çünkü yemek yiyebileceğiniz hiçbir yer, hatta küçük bir büfe gibi birşey bile yok. Pansiyon çalışanları parka gelmeden Dirgine isimli kasabadan yiyecek birşeyler alabileceğimizi söylemişlerdi fakat bu isim kasabanın eski ismiymiş, o yüzden biz kaçırdık burayı ve dolayısıyla biraz aç kaldık. Bu arada yeni ismi Yazıcık' mış, dönüşte uğrayıp birşeyler yedik. Aç ama muhteşem bir günü güzel bir akşam yemeği ve ateş başı sohbeti ile sonlandırdık.
17 Mart 2010 Çarşamba
Öğrenmenin yaşı yok..
9 Şubat 2010 Salı
İstanbul'da Bir Minibüs Yolculuğu
Hergün binlerce insan otobüs, metro, vapur, metrobüs, deniz otobüsü... bir sürü aracı kullanıyor ve bu araçlar gün içerisinde bir çok kaza atlatıyor, tehlike geçiriyor, kazaya sebep oluyor ama bunların arasında bana göre en tehlikelisi olan meşhur hatlı dolmuş minibüsler vardır bu şehirde. Bunlarla yapılan yolculukların insan bünyesini nasıl sarstığını sanırım tüm İstanbul'lular bilirler. Fakat bugün eve dönerken bindiğim Kadıköy-Kartal minibüsü çok çok başkaydı doğrusu. Şaşırdım kaldım. Ben hayatımda bu kadar kibar, nazik, düşünceli bir minibüs şoförü görmedim. İnanamadım, yüzümde anlamsız bir sırıtma sarsılmadan yolculuk etmenin tadını çıkardım sadece. Normalde, ya çok hızlı giderler ya da çok yavaş ve öyle bir fren yaparlar ki bir yere tutunmuyorsan eğer oradan oraya savrulabilir, insanların üzerlerine düşebilirsin, bir de kalabalık bir minibüs ise ve hala yolcu almaya devam ediyorsa vay haline!! ama bugün bunların hiç birisi olmadı. Şoförümüz, duracağını, kalkış yapacağını, kapıyı açacağını hep öncesinden söyledi. Yaşlı insanlar yerlerine oturana kadar kesinlikle hareket etmedi, ücreti aldığında ise teşekkür etti, müziğin rahatsız edip etmediğini sordu ( yüksek sesli olmamasına rağmen), yani inanılmayacak kadar kibar birisiydi. Teyzeler bol bol dua ve teşekkür ettiler inerken. Bende hayatımda ilk kez sinirlerim bozulmadan bir minibüs yolculuğu yapmış oldum ve mutlu mesut evime dönebildim.
3 Şubat 2010 Çarşamba
Benim Sadık Yarim Kara Topraktır..

1 Şubat 2010 Pazartesi
Mutluluk Veren Bal Kabaklı Pasta :))
31 Ocak 2010 Pazar
Değerli Anlar...
28 Ocak 2010 Perşembe
Vah Güzel Ülkem..
Bugün yazmak geldi içimden. Sabah bir yazı okudum ve hala onun etkisinde, boğazımda bir düğüm bilgisayarın başındayım.
Ülkemde her daim geçim sıkıntısı çekmiş, devletin belirlediği oranlara göre orta halli diye nitelendirdiği ( tabi bu oranlar hiçbir vakit gerçekle örtüşmedi), iki çocuklu ve eşi ev hanımı olan bir babanın mektubuydu. Aylık gelirleri 1041 tl,ev kiraları ise 475 tl ve iki çocuk da okula gidiyor. Diyeceksiniz bu ülkede daha doğrusu bu dünyada daha neler var. Evet haklısınız bu ülkede hep beterin çok daha beteri var. Buna bir sözüm yok ama bu babayı o kadar iyi anlıyorum ki, yaşadığı vicdan azabını, çocuklarına karşı ezikliğini ama yinede başını eğmeyişini... Çok etkiledi mektubu beni.. ne kadar çok böyle yaşamaya çalışan aile vardır kimbilir. Hatta maaşı olmayan günlük kazandığı 1-2 tl ile geçinen, hatta onu bile kazanamayan, eve ekmek götüremediği için intihar eden.... ama güzel ülkemin insanları hem bu sıkıntıları yaşar hemde tv nin başından bir saniye ayrılmayıp, abuk subuk, insana hiçbir katkısı olmadığı gibi zararı çok olan dizileri, yarışmaları, programları seyretmeyi hiç ihmal etmez. Kapatmıştır beynini, gözünü, kulağını, ağzını, ilerlemek için hiçbir şey yapmaz. O yüzden olan bitenleri sessizce kabullenir, çünkü aklında akşam izleyeceği dizide ne olacağı vardır sadece.